30 Ağustos 2008 Cumartesi

Gitme!

Olur! Oluyor! Herkese oluyor böyle şeyler! Yaşamın kıyısında bir uçurum arıyorsun, tüm yaşadıklarınınla birlikte, bedenini atıvermek bir kerede! Sonsuzlukta uçarcasına çekip gitmek hayattan! Şarkıları, masalları, şiirleri, çocukların gülümsemelerini, doğan güneşi, yakamozu terk etmek! Bırakıp gitmek kolay! Yaşam bir avuç suda balık misali bazen! Çırpın dur işte! Yalnız kalırsın, çaresiz ve sonsuzlukta uçarcasına çekip gitmek istersin hayattan! Saçmalama!

Hem, biliyor musun? Güneşin ilk doğuşunu seyretmek çok güzel! Şehir tamamen uykudayken, şakacı bir çocuk gibi ufuktan yavaşça doğrulur güneş. Tüm kuşların dedikodu sesleri vardır akşamdan kalma düşlerden, biraz serindir hava ve güneş umuttur tüm üşümelere! Bu güneş çok şakacı! Akşam giderken de içimizi kaplar sevgisi ve sıcaklığı! Gökyüzünü kırmızıya boyar yavaş yavaş! Herkes bilir, ufukta tüm umutlar! Her gün sadece bu iki an için bile yaşamaya değer! Gitme!

Hem biliyor musun? Sabah kahvaltılarında yumurta çok güzel olur! Rafadan olacak mesela, kabuğun üst kısmını kırıp, kaşığı daldırıp atacaksın ağzına, sıcak çaydan bir yudum, biraz peynirden! Belki sıcak simitte vardır! Kahvaltı sonrası dirseğini masaya dayayacaksın, bir ayağını karşı sandalyeye koyup bir sigara yakacaksın! Her nefeste, doymuşluğun mutluluğu ve yeni günün huzuru dolacak içine! İçinden atar bigi atacaksın dibinde biraz çay kalmış bardağın dibine izmariti, "coss" diye çıkan sesi dinleyeceksin! Bir sonraki kahvaltıyı bekleyeceksin heyecanla! Her gün sadece bu anı yaşamak için bile yaşamaya değer! Gitme!

Çok fazla güzel şey var! Yaşamaya değer inan! Evet, acılar, dertler, olumsuzluklar da çok be! İnsanın üzerine üzerine geliyorlar, yıldızsız karanlık geceler gibi! Pes edip ne olacak? Gidip ne yapacaksın? Çok mu iyi olacak herşey? İki gün sonra unutulacaksın! Hayat iki gün de olsa yaşamaya değer! Kelebekleri düşün, ben senin için kelebek olmaya razıyım ömrüm kısa olsun ama seninle yaşayayım! Sen, kelebeklerden uzun bu ömrü neden bırakıyorsun? Yaşamanın amacı olmalı, anlamı olmalı! Ölümün anlamı sadece yokluk! Sonsuzluk ve sonsuzlukta son yoktur! Beni sonsuz yanlızlıkta bırakma! Gitme!

Tüm dünya yıkılsa, çareler tükense, yarınlar olmasa da, uçurumun kenarındayken bile inadına yaşamayı isteyeceksin, yaşayıp var olmayı! Varlığınla yaşama yaşam katmayı! Herşeyi baştan yaratacaksın, tüm düşleri en baştan kuracaksın, güneşleri yeniden doğuracaksın, geceleri yeniden yaşıyacaksın! Sımsıkı tutup hayatın saçlarını, inadına güleceksin! Kimseye yenilmeden, ezilmeden, pes etmeden! Hadi tut ellerimi, gitme! Sadece gitme!

28 Ağustos 2008 Perşembe

Kalabalığımdaki Yalnızlığın Sinir Bozuculuğu




















Sessizce uyuyor ruhum,gizleyerek söyleyemediklerimi
sonra bir uyanıyor gögsüm darmadağın!

Bir sızıyı taşıyorum içim de...
Bir isyanı!

daha çok yazacaklarım var belki,sitemlerim,istemlerim...
Göl,gece,ay...
Şiirlerim de saklı iç çekişlerim,keşişlerin geçtiği bir baran alnım.

Nereye kaçsam yalnızlığımı alıp, yanım da o büyük kalaBALIK!
Sıkıldım kalabalıktan!
İçimdekileri haykıramamaktan!
Niye etiketledim ruhumu?
Neye biledim bu kalbi?
Niye taşıyamadım yalnızlığı mı?

Uyan,deli ruh!...
Sıkıldım ben uyan.



RoyalRojana

DO NOT FORWARD PLEASE !

Beenmaya sanal kısmet açma zinciriyle ilgili eleştirel bir yazı yazmış, görünce ben de onun gibi ellerime ve sinirlerime hakim olamadım, gelin beraberce bu insan modelleri bir inceleyelim derim.

Oldum olası gereksiz e-posta iletme işine karşıyım. Herkese paylaşmaya değer birçok e-posta geliyor hergün. Ama bazıları bunu hem duygu sömürüsü haline getirdi hem de çocuk oyuncağı etti. Bana birşey iletmeyiniz rica ediyorum!

En çok iletilen Z-I-R-V-A-L-A-R şunlar:

- Bu postayı veya tweety kuşunu ben dahil en az 15 kişiye göndermezsen talihin kapanır hatta ölebilirsin, yaşadım ordan biliyorum. ( Henüz hiç göndermedim, yaşıyorum, hiçbirşey olmadı)

- Ekte resmi bulunan çocuğa acil x grubu kan lazımdır, lütfen herkese iletiniz!
( Çocuğun babasının diye verilen telefonu aradım, adam bana küfür etti, çocuğu öleli yıllar olmuş.)

- Bu postayı şu kadar kişiye göndermezseniz, hotmail paralı olacak. ( Yok ya? )

- Bu postayı şu kadar kişiye gönderirseniz Nokia size telefon verecek. (Peki)

- Bu postayı her gönderdiğiniz kişi başına xx şirketi size şu kadar para verecek. ( züğürt teselisi)

- Bu postayı her gönderdiğiniz kişi için, ekte resmi bulunan muhtaç yavrucağa Unicef bağış yapacak. (Yok daha neler)

- Bu hafta arkadaşlık haftası, sana bu postayı seni sevdiğim için gönderiyorum, sen de eğer beni seviyorsan bu postayı bana geri gönder de senin de beni sevdiğini anlayayım. Ve benimle birlikte diğer sevdiklerine de göndermelisin. (Bunu gönderen benim arkadaşım olmuş olamaz, ilişkileri gözden geçirmeli )

- Benzin fiyatlarının düşmesini istiyorsan, sadece A ve B şirketinden benzin al ! (Belli ki A ve B şirketlerince düzenlenmiş dezenformasyon, C ve D şirketlerini neden yazmadınız o zaman ki? )

Bir de bunun SMS versiyonları çıktı:

- Arapça yazılar ve takiben şu not: Bu dua Mekke'den geldi ve devam ediyor, dualarının kabul olması için bunu telefon listendeki herkese göndermen gerek, sana geldiyse mutlaka göndermelisin, zinciri bozarsan duaların kabul olmaz ve lanetlenirsin.

Efendiler !
Bittim gari, yeter, siz hepiniz balataları mı sıyırdınız?
Lütfen artık aklınızı başınıza devşirin.
İletmeyin kardeşim ! Hiçbir şey olmayacak, şahsen teminat veriyorum, birşey olursa gelin beni bulun, bana hesap sorun ! Şansınız da kapanmayacak, koca da bulacaksınız, lanetlenmeyeceksiniz de, hiçbir şey olmayacak ! Söz veriyorum !


- Yahu bunca büyük düzeni, evreni yaratan, sizin şansınızı e-posta iletmeyle veya sms yolu ile açma gibi bir sistem entegre etmiş olabilir mi ?!

- Bunca profesyonel çalışan şirketler, bazı hizmetleri paralı yapmakla ilgili bir konuyu dandik e-posta zincirlerine bırakmış olabilir mi ?!

-Yine bunca profesyonel çalışan şirketler, kendi pazarlama politikalarını e-posta zincirlerine bağlayıp da, e-mail gönderene para verecek kadar dünya boyutundan kopmuş olabilir mi ?!

- Benim arkadaşım dediğim kişi, benim onu sevmemi, kendisine e-postayı geri iletmemle anlayacaksa, o benim arkadaşım olabilir mi !?

- Acil kan arayan bir baba, Kızılay veya Kan Merkezlerini bırakıp, e-postayla ilan vermiş nasıl olabilir ?!

Bazıları da bunlara inanmayı kendine yediremez ama diğer yandan ya tutarsa diye korkusundan not yazıp gönderir: "Ben inanmıyorum ama geldi bir kere, ben de göndereyim dedim." Kendin düştün, beni niye çekiyorsun güzel kardeşim?

Hele ki bana bebek resimleri ileten erkek cinsinden dostlarımıza gerçekten deli oluyorum. Oldu olacak kendi odanızı da pembeye boyayın. İş iyice cıvıklaştı çünkü.

Bu işin birkaç amacı var sadece, okuyalım ve öğrenelim:

1- Ard arda iletilen e-postalardaki emailler bir güzel e-mail cd'si satan firmalarca alınır ve satılır. Siz de hala kendinize niye bu kadar çok spam geldiğini düşünür durursunuz. Niye acaba dersiniz, tweety kuşu yüzünden olmasın sakın? Bu zinciri başlatanlar zaten bu firmalardır.

2- Zincir sms yoluyla dua diye birşey, ancak gsm operatörlerini sms zengini yapar, size de katkısı telefon faturanızda bolca görünür.

3- Hackerlar bilinçli olarak internet sistemini yavaşlatmak, sabote etmek için hasta ruhlu eylemlerde bulunurlar. Bunun için de bu gibi dosya ekli e-posta zincirlerini kullanırlar.

4- Yine hackerlar, virüs soslu ekli dosyaları bir güzel size gönderir, siz talih kuşunuzun getirdiği dosyayı açıp bilgisayarınızdan olursunuz. Geçmiş olsun.

Acil şifalar dilerim.

Zamansız

Zamansız, plansız yaşamak! Geç kalmak çoğu şeye ya da erken gitmek! Yola devam ederken arkana bakmak, arkada kalıp gidene bakmak! Cebinde dünden kalan çekirdekler belki bir avuç fındık! Kime vereceksin? Kimse var mı? Bazen de cep delik ya, dökülür hepsi farkında olmazsın!

Kuşlar uçarken izlemek var, gökyüzünün mavisinde süzülürlerken kıskanmak! Bir iç geçirip sigaradan bir nefes çekmek! İstenilen uçmak değildir aslında, uçup uzaklara gidebilmek! Her şarkının ruhu bir başkadır dinleyene, kimisi öksüz sevdasını bağrına basar, kimisi bir yaz akşamında batan güneşi! Göz yaşlarının yağmura karıştığı zamanlarda, bir sen dolar içime. Zamansız ağlamalarım nisan yağmurları oluverir! Nisan kıskansa da bu durumu kısa sürer bilir! Aslında dört mevsime baş kaldırdım çoğu zaman ve yine onların koynunda büyüttüm sevdamı! Nankörlük yapmadım şaraba hiç bir zaman! Bir iskele, gece sisli bir bekleyişten sonra kavuşulan umut gibiydi sana kavuşmak! Tüm kelimelerin yokluğunda, bir tek ismin vardı aklımda! Zamansız!

Kavuşmak ister ayrı olanlar, durup beklemek boğar yanlızlıkları ve can çekişirken tüm şarkılar, gece içini kaplar! Yıldızları sönüktür ve sessiz, kimsesiz! Durup üzülmek yerine, doğrulmalısın gecenin içinde. Her bir yıldızı sen yakmalısın özlemlerinle ve her bir geceyi sabah yapmalısın sevginle! Avuçlarında sımsıkı tuttuğun hasreti bırak! Sadece yaşama sevinci olsun ellerinde ve sür yüzüne! Bereketlidir Aşk, sen ek sadece, sabır tohumlarını.

Köpüklü bir deniz, bir çoşkun mavide beklerim seni! Kırık dökük zamanlarda, zamansız gemilerle gelmeni beklerim! Gelmesen bile gelme ihtimalini beklerim ve severim! Akşam olur pencerede beklerim, gece olur yıldızların altında beklerim, sabah olur mavinin kıyısında beklerim. Seni beklerim ben, zamansız...

SANAL KISMET AÇMA ZİNCİRİ(YMİŞ)

"Sanal kısmet açma zincirine hoş geldiniz!!!!!!!!

Öyle birini bulunki ;Size içten bir şekilde güzel olduğunuzu söyleyen;Telefonu suratınıza kapadığınızda sizi geri arayan ; Sizin uykuya dalmanızı seyretmek için uyumayan;Sizi alnınızdan öpen; Size en zor anlarınızda,sizi bulutların üstünde çıkarmak isteyen; Arkadaşlarının önünde elini tutan; Öyle birini bekleyin ki; Size durmadan size sahip olduğu için kendini şanslı saydığını veya ne kadar önemsediğini hatırlatan; Arkadaşlarıma dönüp 'aradığım o.....' diyen.....Eğer bunu açtıysanız bunu geri yollamalısınız yoksa hayatınız boyunca kötü Şansa mahkum olacaksınız.Bu geceyarısı gerçek aşkınız sizi farkedecek.....Yarın 1:42 civarı başınıza güzel birşey gelecek; bu heryerde olabilir.Yani hayatınızın en büyük şokuna hazır olun.Eğer bu zinciri kırarsanız, hayatınızın en önemli döneminde aşkınızla ilişkinizde problemler çıkmak üzere lanetleneceksiniz.Bu zinciri sürdürebilmek için 15 dakika içinde 15 kişiye yollayın. "

Az önce mailbox'ıma bir arkadaşım tarafından durumun vehametini göstermek niyetiyle yollanan bir mail bu. Bu tarz zincir modelli mailler hepimizin mailbox'ını en az bir kez ziyaret etmiştir buna eminim. Ama bu seferki gerçekten özellikle konusuyla beni çok ama çok sinirlendirdi. Sahi bu nedir arkadaşlar? Biz napıyoruz, her şey bitti de, hiç uğraşacak işimiz gücümüz yok da bunlarla mı vakit kaybediyoruz? Yoksa biri bizle ciddi anlamda dalga mı geçiyor, biri bana anlatabilir mi???

Not: Ha bu arada bu maili saadet zincirine uymayarak kimseye yollamadığım gibi bir de üstüne üstlük burada yazma ve eleştirme gafletinde bulundum. Sanırım bundan sonra ben lanetlenip evde kaldım :((

27 Ağustos 2008 Çarşamba

Çocuğunuza Sahip Olun !

Alaaddin'in sinirli ablası olarak ekibe katıldım ya,aynı gün yazmaya başladım.Hadi hayırlısı.Demek ki çok doluyum : )

Gerçekten de sinirlendiğim o kadar çok şey var ki şu hayatta,hangisini yazacağımı,hangisinden başlayacağımı bilemedim resmen..Sinirli deyince de sakın şöyle zannedilmesin ha..Huysuz,durduk yerde herkese çatan,haksızlık yapan..Değil !! Tam tersi,tamamen tersi hatta.
Bendeniz kendi halinde,kimseye zararı olmayan,insan haklarına son derece önem veren ve insanları sevmeye çalışan iyi niyetli biriyim.Keşke öyle olmasaydım.
Neden?
Böyle zararsız insanların daha beter üstüne geliyorlar ''Ses çıkarmaz'' diye de ondan.Daha Türkçesi ''İnsan olduğuna pişman ediyorlar'' diyebiliriz.
Aklıma geldikçe sinirlendiğim olayları,başrol oyuncularını yazmaya çalışacağım buraya elbette.

Şu an için aklıma gelen: Annesi tarafından ilgilenilmeyen çocuklar...
Iyyk..Hiç sevmediğim bir durumdur. Hatun kişi tutar elinden çocuğunun ya da çocuklarının,arkadaş ziyareti olarak size gelir.Daha doğrusu kurban olarak sizi seçmiştir.Çünkü elindeki canavarlar için yeterli oyun alanı,lunapark benzeri yerler bulunamamış olduğundan siz ve eviniz merkez üssü olarak seçilmiştir.
Daha kapıdan girer girmez ''Savulun lan!''dercesine annesinin elinden kurtulup doğru hedeflediği''mutfak''ya da ''banyo''veya bilgisayarın bulunduğu odaya doğru uçmuşlardır bile.
Ya çocuktur tabii.Ses çıkarmazsan uçar da göçer de..Bu arada dönüp annemize bakıyoruz: Gayet mutlu..Yuhh yani !!
Mecbur muyum ben be kadın senin çocuklarına evimi tarumar ettirmeye ? Mesut mutlu yılışacağına,bana ayıp olmasın diye bari ufacık bir tembihte bulunsana !

''Bir dahaki gelişine kabul etmemeliyim bu kadını!''diye her seferinde yüz kere aklımdan geçse de yine kurbanı olurum böyle gafil avlanarak..
Koltuğa kurulan hanımefendi artık sizden hizmet beklemektedir bir de. Çaylar,tatlılar,tuzlular,ikramlar..Saçtıkları güzellik öylesine parıltılı ki kesinlikle şahane ağırlamalı bunları !
Bizde de çocuk var ya.Böyle ziyaretlerde hayatımda bir kez bile ben demeden yanımdan kalktığını görmedim. Terbiye etmeyle ilgili olduğu kesin,hatta yüzde yüz.
En çok da bu yüzden kızıyorum ya. Lütfen çocuklara biraz tembih ve telkin. Onların fazla bir suçu yok. Suç sizde,rahatlığınızda,sorumsuzluğunuzda.
Böyle vurdumduymaz annelere (!) çok sinirleniyor ve şiddetle kınıyorum.

24 Ağustos 2008 Pazar

Falcı

http://photos-h.ak.facebook.com/photos-ak-sctm/v43/215/16340935175/app_3_16340935175_1904.gif




''Fal'a inanma Falsız da kalma'' derler...

Eğer hayatım da bir yakışıklı varsa her içtiğim kahve fincanını kapatır,
fal bakmayı bilmeyene bile fal baktırmaya çalışırım.

Belki,arkadaşlar bu huyuma çok sinir oluyorlardır.
Kim bilir?
Gerçi anlıyorum artık ziyaretlerine gittiğim de ya da bize geldiklerin de ''Nescafe içelim mi'' diyorlar. Ben de şakayla karışık,''olur,falıma bakıcaksan''diyorum.

Fal bakma ya da baktırmanın da ötesin de daha fincanı açar açmaz;

''kızzz,senin çok fena için kararmış,göz yaşın var''
vs. şeklin de olumsuz ve üzücü yorumlar yapan falcılara sinir oluyorum.

Maksat muhabbet be yaw,bırak ağzın dan bal damlasın...

Kasma beni!

Bir de sağlam sallayanlar vardır,
öyle kötü şeyler söylerler ki anın da bir telefon açıp bırakasınız gelir sevgilinizi.

Falcıların,Fal bakanların kötü yorumlarına sinir oluyorum.

Fal bu sonuçta anlat tatlı tatlı gönüller hoş olsun,dimi?

RoyalRojana__M__







12 Ağustos 2008 Salı

BOŞLUK DOLDURMACA

İngilizce dersini pek sevmezdim, yalan yok. Zorunlu olarak okutulduğu için mi (zorla yaptırılan hiçbir şeyden hazzedilmez ne de olsa), sanki türkçesini bir çırpıda çözüvermişim gibi matematikle fen dersinin de İngilizce olarak okutulmasından mı, kendi dilime daha doğru dürüst hakim değilken neredeyse Türkçe dersi kadar, hatta daha bile fazla, İngilizce dersinin olmasından mı bilmiyorum, belki de hepsinden bir parça vardı bu sev(e)memenin içeriğinde. Hele “fiil in the blanks” denen boşluk doldurma olayı vardı ki, hani yazılıların vazgeçilmez ve de en fazla puan getiren bölümlerinden biriydi ve hatta İngilizce seviyen bir süre sonra bu boşlukları ne kadar doğru kelimeyle ve ne hızda doldurduğunla ölçülüyor olurdu, işte kendimi o nokta nokta ile gösterilen boşlukları doldururken hep, tam tersi eksiliyormuş gibi hissederdim. Sahi neden ben, bana ait olmayan, benden çıkmayan, anlamını bile çoğu zaman tam olarak kavrayamadığım bir kelimeler topluluğunda “tamamlayan” olmak zorundaydım ki...

Bugünlerde sık sık o zamanlara geri dönmüş gibi hissediyorum kendimi. İşyerinde, evde, arkadaşlarımın arasında, yaşamaya çalıştığım bu hayatın içinde, yaşamayı düşlediğim diğer hayatın peşinde “fiil in the blanks”lerin o nokta nokta kısımlarına, ama doğru ama yanlış yazılmış kelimeler gibiyim. Kimi zaman gizli bile ol(a)mayan bir özne, bazen zamanı belirsiz bir yüklem ya da bir anda kimi neye bağladığı meçhul bir bağlaç oluveriyorum ve hep birilerini, bir şeyleri, bir yerleri, eksik kalan cümleleri, yarım bırakılan işleri tamamlayıp, hep birinin, bir şeyin, bir yerin, bir cümlenin, bir işin doğrusunu sağlamaya çalışıyorum.

Kendi hayatımı yaşamaktan ziyade, başka hayatların telafisi gibiyim. Sanki hayat denen yap-boz oyununda eksik olan tek parça benim elimdeymiş gibi, sürekli başka yaşamları tamamlamam, açıklarını kapatmam, eksiklerini gidermem, söylenmeyenleri söylemem bekleniyor benden. Kafamdaki her bir düşüncenin, yapacağım her bir hareketin, ağzımdan çıkacak herhangi bir kelimenin bile, sanki benimle hiçbir ilgisi yokmuşcasına, bana ait değilmişcesine, dolduracağı, ekleneceği, tamamlayacağı bir başka yer çoktan hazırmış da o düşünce sadece beynimde doğmayı, o hareket organlarımca tanımlanmayı ve o kelime sadece ağzımdan çıkmayı bekliyor.

Oysa ben daha kendi hayatımı tanıyamadan, zaman o telaşlı elleriyle kendimle arama her gün aşılması biraz daha zorlaşan bir set koyuyor. Ve ben birilerini, bir şeyleri, bir yerleri tamamlamaya çalışırken, gitgide kendimden uzaklaşıyorum. Yavaş yavaş eksildiğimi hissediyorum, kendimden parçalar kaybediyorum her seferinde, içimdeki boşluk gitgide büyüyor. Kendi hayatıma geç kalıyorum göz göre göre ve zaman ellerimden kayıp gidiyor.

Ne yapmam gerek bilmiyorum. Aslında bilmediğim o kadar çok şey var ki. Oysa hatırlıyorum da, tam olarak bilmesem de, sevmesem ve kendimi hep eksilmiş hissetsem de, okul zamanlarında “fiil in the blanks”lerden hep geçer not alırdım. Geçen onca zamana rağmen elimde kalanlarla tekrar niyetlensem, kendi hayatıma sahip çıkmayı denesem tekrar, içimde ne var ne yok şöyle bir silkelensem...

Hayat da bir okul derler ya hani, sevmesem bile İngilizceyi, kırık notlarıma inat, sahi benim içimdeki boşlukları da doldurur mu şimdi...

11 Ağustos 2008 Pazartesi

Birer Birer

Şimdi birer birer çekilir gönüller,
Birer birer geceyi örterek üzerlerine,
Birer birer düşlere giderler,
Birer birer yıldızları dökeriz üzerlerine,
Birer birer gider gönüller,
Birer birer umuttur hepsi
Birer birer tükenen.
Birer birer dağılır şimdi,
Birer birer gider yolcular,
Birer birer gelirler sonra,
Birer dosttur, birer sığınak,
Birer birer bekleriz.
Birer birer...

12/08/08-01:12-Rize...

9 Ağustos 2008 Cumartesi

Kalanlar Yarım!

Bak şimdi yarım bıraktık gene! "Kalk" dediler sofradan, "acil birşey var!" Kalktık ve çay yarım kaldı, ekmek yarım! Uykudaydık, uyandırdılar! Uyku yarım kaldı ve düşler yarım! Tuvalette sigara içiyorduk, sinirlice vurdu birisi kapıyı! Keyfimiz yarım kaldı!Sigaranın en keyifli yerinde otobüs geldi, sigaramız yarım kaldı!

Gecenin en güzel yerinde uykum geldi! Gece yarım kaldı! Yarım bir elma verdiler, yedim birazını, kapı çaldı gelen misafir! Bak elma yarım kaldı! Zaten yarımdı hepten yarım kaldı! Tam yazıyordum ne güzel! Elektirikler kesildi! Güzel kelimeler yarım kaldı! Aldın gittin kalbimi, bak şimdi yarım kaldım...

Yarımşar ekmekten iki döner ısmarladım, param bitmiş, tokluğum yarım kaldı! Yarım saat bekledim güneşin doğmasını, bulut geldi günüm yarım kaldı! Yarım gün tatilim vardı, işe geç kaldım, günüm yarım kaldı! Çorabımın teki yok, sigara bende de, çakmağı bulamadım! Televizyonu açacağım, kumanda yok! Bak boş zaman da yarım kaldı!

Resim çizeyim dedim, kalem kırıldı, şarkı söyleyeyim dedim sesim kısıldı! Susadım su içiyordum bardak kırıldı! Balon aldım havası söndü! Parka gittim yer yoktu! Çocuk oldum hiç gülmedim! Çocukluğum yarım kaldı! Bahçede türlü çiçek var, birisini kopardım, çok hoşuma gitti ama, diğerleri yanlız kaldı! Bak bu kez yarı kalmadılar, yanlız kaldılar! Aslında; ha yanlız kaldı, ha yarım kaldı! Kalanlar yarım...

7 Ağustos 2008 Perşembe

HP REZALETİ !

Yaklaşık 2 aydır neredeyse ruh hastası olmama sebep olmuş bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Ben çok uzun yıllardır saplantı halinde HP kullanıyorum, ne alırsam HP alıyorum. Bunun birinci sebebi ise, artık bilmiyorum şanstan mıdır, hiçbir şekilde en ufak bir problem yaşamamış olmamdı. Yani 2 ay öncesine kadar teknik servis yüzü görmemiş bir tüketiciyim :-) Etrafımda herkesi de şimdiye dek HP almaya teşvik ettim. Yoğun ısrarlara karşın özellikle dizüstü bilgisayar konusunda Toshiba’ya geçmedim, geçemedim, nasıl bağlı bir müşteriysem artık :-)

Gelelim konumuza. Benim emektar 4 yıllık HP dizüstü bilgisayarın hafızasını artırmaya yani RAM taktırmaya karar verdim. Bir iş nedeniyle yurtdışında olduğum için Hp Türkiye’yi arayarak bulunduğum yerin yetkili servisinin bilgilerini aldım. Ve macera işte bu anda başladı.

Bilgisayarı servise verdim, bir gün sonra gelip almamı istediler. Hazır elleri değmişken bir de format da atmalarını rica ettim. Ertesi gün almaya vaktim olmadığından servise eşimi gönderdim. Servise girdiğinde iki genç bilgisayarda oyun oynuyormuş, eşime binbir oflama puflama ile bilgisayarının hangisi olduğunu sormuşlar. O da sinirlenmiş, elindeki kağıdı vermiş. İki genç uzun zaman bilgisayarı aramış, sonunda çantasıyla birlikte yaklaşık on tane bilgisayarın altına atılmış şekilde bulmuşlar ve olayı hatırladıklarını ancak bakmaya vakitlerinin olmadığını, ancak 2-3 gün sonra bakabileceklerini, baksalar bile ellerinde RAM olmadığını, sipariş verseler uzun zamanda geleceğini ve bunun da yaklaşık 120 dolardan fazlaya patlayacağını, çok yoğun (!) olduklarını belirtmişler. Eşim de sinirlenmiş, bilgisayarı aldığı gibi çıkmış.

Yol üstünde gördüğü ilk bilgisayarcıya girerek, Ram taktırmak istediğini söylemiş, oradaki genç çantayı bir açmış, bir de ne görsünler, DVD kapağı kırık ve kapanmıyor, içinde de kırık plastik parçalar dolu !. Bunun üzerine Hp servisini aramış ama sorumluluğu kimse üzerine almayınca, eşim lanet ederek konuyu bıraktı ve o bilgisayarcıda RAM’i taktırarak eve geldi. Ben de bu konuyu bir hayli kafaya taktım, derdim yeni Dvd falan da değildi, derdim hatalıların en azından bir özür dilemesiydi ve bu kadar güvendiğim HP imajının bu tip insanlarca yıkılmasını önlemekti. Gönüllü HP elçisi olmak benim neyimeyse?! Oturdum konuyu hem Amerika hem de Türkiye HP’ye yazdım, anlattım. HP Türkiye beni birkaç defa aradı ancak hala bir sonuca ulaşılamadı.

Bununla yetinmeyerek, bulunduğum ülkenin Hp genel merkezine ulaştım. Teknik servislerin kalitesi ve hizmeti onların sorumluluğunda.Burada yetkili kişiden aldığım cevap şu oldu: “Teknik servisin hataları veya onların iyi hizmet vermesi bizi ilgilendirmez, onları kontrol etme veya uyarma işi de bizimle alakalı değil.” !

Bundan çok kısa bir süre sonra (1 hafta kadar) bilgisayar durduk yerde ısınmaya, kapanıp açılmamaya başladı. Biz de elimiz mecbur, denize düşen yılana sarılır hesabı, burada bu konuda herhangi bir uzman bulunmadığı için, düştük yine HP yetkili servis yollarına. Aldılar baktılar, ana kartı yanmış, 650 dolarcık gerekiyor dediler. Fakat bilgisayar arada kendi kendine açılıyor, kullanılabiliyor, yani sanki anakart arızası değil de chipset veya güç kaynağı ile ilgili bir şeymiş gibi duruyor. Fakat bunu onlara anlatmak güç çünkü kolay olanı alıp yenisini koymak ne de olsa ! Ve ayrıca onlara ilk götürdüğümde DVD kapağını kırmışlardı, don lastiğiyle tutturmuş dolaşıyordum kapağı ve şimdi bunların bilgisayarı açıp orasını burasını da daha önce kurcalamamış olduklarından nasıl emin olabilirdim ki? El değmemiş kızoğlankız bilgisayarım pert oldu çıktı !

Bunun üzerine ben oturdum Hp ye yeni bir yazı yazdım ve Hp servisi nedeniyle, sapasağlam bilgisayarıma Ram taktırma sevdamla, elimdeki bilgisayardan da olduğumu anlattım ve muhtemelen büyük olmayan arızasının Türkiye HP tarafından tamir edilmesini istedim. Bilgisayarı TR’ye götürecek birini de buldum. Ayrıca zaten yeni bilgisayar da almak istediğim için bir HP DV6760 siparişimi de aynı kişiye verdim. Ama HP’den bir telefon geldi ve kendilerinin kesinlikle ücretsiz olarak eski bilgisayarımı onaramayacaklarını belirttiler. Bu noktaya kadar hala insan hatalarının bir markaya zarar vermesine izin vermemeyi düşünüyordum. Yeni bilgisayarımı da 2500 YTL vererek almak üzereydim tam da. Tek istediğim eskisinin en azından tamir edilerek biraz gönlümün alınması idi. Ücretsiz tamir edemeyeceklerse bile, en azından bana jest yapıp birkaç kuruş indirim yaparlar da gönlümü alırlar belki demiştim. Ama HP için kendi hatalarına rağmen müşteri bağlılığının devamının bir önemi olmadığını görünce de, derhal sipariş verdiğim arkadaşımı aradım, bana Hp değil, taş gibi en iyisinden bir Toshiba almasını istedim, kaça mal olursa olsun. Bunu yaptığımı HP'ye de yazdım, Toshiba aldığımı söyleyip teşekkür (!) ettim, ama cevap veren dahi çıkmadı. Nitekim bugün yeni Toshiba bilgisayarım alındı, birkaç gün içerisinde elime geçecek.

O kadar problem yaşamama rağmen, ne olursa olsun yine marka alışkanlığımı değiştirmeye niyetim yoktu. Ta ki Hp bana son darbeyi vurana kadar. Internetten şöyle bir araştırdığımda, Hp mağdurlarının bir çok site açtığını, bir çok forumda yazılar yazdıklarını gördüm.

Bildiğiniz gibi Dell de çok iyi bir markadır. Dell’in daha ucuz olmasının tek sebebi yedek parça maliyetinin olmamasıdır. Yani teknik servisler, kurumsal müşterileri dışında yedek parça stoğu bulundurmazlar. Sizin bir arızanız olduğunda yurtdışına sipariş verilir, bu sipariş ortalama 3 haftada gelir. Teknik servis ve distribütörlerin yedek parça stoklama durumu olmadığı için de, bu maliyetin düşülmesiyle bilgisayarın da tüm dünyada fiyatı düşer.

Hp’nin de yedek parça bulundurmadığını ben bu maceramla öğrenmiş bulunuyorum.

Kıssadan hisse, hiç kimseye kesinlikle HP önermiyorum. Her şey alana kadar, aldıktan sonra rezillik diz boyuna çıkıyor. Dizüstü bilgisayar deyince, kesinlikle notebook’un tankı denilen Toshiba’dan şaşmamak lazımmış, bu da benim kulağıma küpe olsun. Nitekim yeni bilgisayarımı sipariş vermeden önce bilimum bilgisayar satıcılarını telefonla aradım ve hepsinin de ilginç bir şekilde benimle aynı fikirde olduğunu ve Toshiba’yı tercih etmem gerektiğini önerdiklerini gördüm. Ne oldu, aslında HP görünüşte bir tek müşteri kaybetti gibi görünüyor ama işin aslı öyle değil. Ben de bilişim sektöründenim ve tanıdığım tüm firmalar bir şey alırken bana da fikir sorarlar. Elbette artık ben de gerek Internet vasıtasıyla gerekse sözle bu olayı herkese duyuracağım. Tüketici haklarını, müşteri hizmetlerinin gerçek anlamını onlar öğrenene dek de bu işin peşini bırakmayacağım. Internette gördüğüm kadarıyla tek mağdur ben de değilmişim Ve artık HP’den bir şey de istemiyorum, zaten yeni Toshiba’mı aldım, çok mutluyum ve eski HP bilgisayarımı da memlekete dönünce normal bir bilgisayarcıya tamir ettirmeye çalışacağım. Düzelirse düzelir, düzelmezse atarım gider.

Bu hareketleri nedeniyle HP’yi kınıyorum ve bundan sonra HP kullanmaya da, tavsiye etmeye de sonsuz kadar tövbe ediyorum ! Ve aşağıdaki linklerde de görebileceğiniz gibi Hp Mağdurları için site bile açıldığını ve yalnız olmadığımı, hatta benim yaşadıklarımın aşağıda yaşananların yanında neredeyse bir hiç olduğunu görüyorum :

http://pavilionmagdurlari.blogspot.com/

http://www.cisday.org/2006/10/16/hp-hakkinda-birseyler/

http://www.harmankaya.org/yazi-97-HP-Ile-Sonunda-Mahkemelik-Olacagim.html

http://kimliksiz.org/kimliksizsiniz/index.php?view=article&catid=40%3Aguendem&id=149%3Ahp-madurlar&option=com_content&Itemid=53

http://forum.donanimhaber.com/m_18707810/tm.htm

Haykırdım içimden sessizce

İnsanın bazen içindekileri yazamaması ve söyleyememsi gibi, dayanılmaz durumlar var! Söylemek istediklerin ve söylenecek o kadar söz var ama buna müsade yok ya da imkan!

Paylaşılması gereken ve zamana yenik düşen kelimeler, duygular ve ifadeler! İnsan istiyor ki; Al içimdekiler bunlar ve hepsi sana! demek istiyor! İstiyor,istiyor,istiyor ama yapamıyor!

Cehennemin zebanileri, her sokağın başını tutmuş, kelimelerin geçebileceği bir yer kalmamış! Zincirlerle bağlı her harf yanlızlığa! Bir güvercine versek sözlerimizi ve göndermek istesek, uçarken vurur bir vicdansız! Güneşe göndersek erir, geceye göndersek kaybolur! Susuz bıraksak kurur! Sözler vardır bazen işte, yazamassın söyleyemessin, anlatamassın! Elinden birşey gelmez! Çaresizce bakarsın ve mecburen susarsın! Susuzluğun söylemektir ve anlatmaktır ama yapamassın! Aslında yapmak istediklerin yani söylemek istediklerindir. Söylemek sadece bir kefil olsun diye söylemek! Yoksa tüm amaç gerçekleştirmektir sözleri! Zaten sadece söz ise hiç söylenmemeli! Yürek dayanmaz o zaman, sözde değil özde olmalı kelimeler! Ama buna birde izin vermeli anlar! Anlar çaresizliğe çivilediğinde düşünceleri, elinden gelmiyenlerle, elinden geldiğince yetinmeye çalışırsın! Zor anlardır ve bununla yaşamalısın!

İnsan bir kaya da çiçek bahçesi yaratmak ister, işte çaresizlikte buna benzer! Aslında imkan verseler ve müsade etseler, güneşi yeniden doğurur insan, önce avuçlarından ve sonra parmaklarından. Büyütür güneşi ve ışığıyla ısıtır istediklerini! Kalabalıklarda yanlız dolaşmak gibidir söyleyememek! Susmak gibidir haykırmak istediğinde! İdam sehpasında asılırken bile, bakmak gözlerine ve şunları söylemek istersin;

"Sana büyüttüm herşeyi çok yanlızdım ve susmak zorunda bırakıldım! Ama inan bana Haykırdım içimden sessizce!"

6 Ağustos 2008 Çarşamba

Nasıl Delirdim?


Yaptığı işe yanlış sahip çıkan, ne ürettiğini bilmeyen, ürettiği veya pazarladığı mal hakkında bilgi veremeyen, bir ürünü satana kadar müşterisine değer verip daha sonra ortaya çıkan sorunlarda ortadan yok olan, karşısındakini resmen enayi yerine koyup kandıran insanlara ve firmalara sinir oluyorum!!!



Bu anlatacağım olay beş ay önce yaşadığım ve CHAOTIC GONDERİLER'de de anlattığım bir olaydır. Hazır yeri ve zamanı gelmişken tekrar burada gündeme getirmek istedim ki; -ve bu sefer isim de vereceğim- insanlar bu firmanın tavrını, bünyesinde ne tür insanlar barındırdığını öğrenip alışveriş yaparken dikkatli olsunlar ya da bence sinir komasına girmek istemiyorlarsa vazgeçsinler.

Yaklaşık beş ay önce internetten satın aldığım, bana kitaplık diye teslim edilen fakat koliyi açtığımda hayretle bir hurda satın almış olduğumu görmemle başladı mücadelem… "Biz size geri döneceğiz, lütfen bekleyin, hemen çözeceğiz…" türünden o anda müşteriyi yatıştırmaya yönelik ama esas amacı "baştan savma" olan cümleleri kaç kere duydum sayamam, bilmiyorum… İş dünyasında bulunmuş ve bu tarz konuşmaların nereye varacağını bilen bir insan olarak oturup onların bana geri dönmesini beklemedim tabii. Israrla bana verilmeyen genel müdürün cep telefonunu buldum önce… Sonra da kendisini… Beni şaşırtan ve hiç şüpheye yer bırakmayan bir ses tonuyla kitaplığın geri alınacağını ve yenisinin de ekspres bir kargoyla hemen bana ulaştırılacağını söyledi. Afalladım… Oysa ben kendimi tek silahımızın sözcükler olduğu bir dövüşün ortasına atmaya çoktan hazırlamıştım. Gerçekten de dediği gibi iki gün içinde yeni kitaplığıma kavuştum.

O sıralarda eşim bir eğitim için şehirdışında bulunuyordu ve kitaplığı kurmak için kendimi zorlamamam adına kendisini beklememi istedi. Durur muyum? Sabırsızlık, acelecilik, kafama koyduğumu gerçekleştirme tutkusu burcumun en baskın özelliği… Bir an önce kurup, içine en değerli kitaplarımı, üzerine de en güzel fotoğraflarımızdan birini yerleştirmek ve sonra elime aldığım bir fincan kahveyle karşısına geçip seyrederken dinlenmek… Kurarken aklımda hep bunlar vardı. Kitaplığın altı, ortası, rafları derken sıra yanlarına geldi. Önce sağ yanı taktım, sonra sol yan diye elime aldığım ikinci bir sağ yan parçayla başımdan aşağı kaynar sular döküldü. "Acaba ben mi bir hata yaptım?" diye, her şeyi baştan aldım, tersini çevirdim, döndürdüm, yatırdım… Hayır hata bende değildi. Bu sefer de sol yerine iki adet sağ parça gelmişti. Çaresiz bir çığlık attım önce… Sonra telefon trafiği başladı yeniden… Bu arada aldığım kitaplığınki kadar bir de telefon faturası ödedim.

Bir insanın kendi ürettiği mobilyayı bilmemesi kadar içler acısı bir durum olamaz; bana ısrarla o parçaların simetrik olduğunu, sağ-sol fark etmediğini, kibarca benim beceremediğimi anlatmaya çalışırlarken ben elimde telefon, duvarın köşesine çökmüş artık sinirimden hüngür hüngür ağlamaya başlamıştım. Beni sevmeyeni de severim ama beni anlamayanı sevmem… Dinlemeden, karşısındakinin ne dediği hakkında en ufak bir fikri olmadan sürekli konuşarak kendi doğrularını benimsetmeye çalışanları sevmem… Kendisini bir kez olsun karşısındaki insanın yerine koymayı hiç denememiş olanları sevmem… Dar görüşlüleri sevmem… Karşı tarafta hepsi vardı ve ben anlayamıyor olmasına daha fazla dayanamayarak telefonu kapattım. Niyetim bütün parçaları kocaman bir kutuya doldurup götürüp evimin önündeki çöpe öylece bırakmaktı.

Yüzüme buz gibi soğuk su çarparken cep telefonum çaldı. Arayan bayan haklı olduğumu, parçaların sağlı ve sollu olarak üretildiğini, bir yanlışlık yapıldığını ve bana hemen sol parçanın gönderileceğini, mobilya üretim merkezinde çalışan o beyin adına özür dilediğini söyledi. Mobilya üretim merkezinde çalışan… Baş üretim sorumlusu… Bu kitaplığı üreten şahıs… Hepsi beynimde dönüp duruyordu. Ne ürettiğini bilmeyen, parçalarını tanımayan, simetrik diye benimle iddialaşan ve beni beceriksizlikle suçlayan… Acaba böyle kaç kişi vardı; yaptığı işe yanlış sahip çıkan, ne ürettiğini bilmeyen, ürettiği veya pazarladığı mal hakkında bilgi veremeyen…?

Ben doğru parçanın artık bana ulaştırılacağından emin yine beklemeye başladım. Bir gün, iki gün, üç gün derken bir hafta... Tahmin edeceğiniz üzere tekrar aradım. En son beni arayan ve bana hak veren bayanla görüşmek bir türlü nasip olmadı ve ben bana hala o parçaların simetrik olduğunu fakat gene de bir adet sol yan parçanın bana gönderileceğini söyleyen insanlarla muhatap olmak durumunda kaldım. Tam üç hafta odanın orta yerinde yarım kurulmuş ve tamamlanması için bir adet sol yan parçaya ihtiyacı olan, baktıkça sinirlerimi bozan bir kitaplıkla yaşadım.

Bitti mi sanıyorsunuz? Keşke burada bitseydi... Peşin fiyatına 12 taksit diyerek yaptıkları kampanyayı unutup evet unutup kredi kartımdan tek çekim yaptıklarını ise ekstrem geldiğinde gördüm. Haksızlığa zerre kadar tahammülü olmayan bir insan olarak bunlara bir mail döşedim. Bana verdikleri cevap aynen şuydu:
"O kitaplık sağlı-sollu üretilmiyor, parçaları simetriktir. Biz kendimizde bir hata görmüyor ve bu suçlamaları kabul etmiyoruz. Ücretin tek çekim olması ilgili arkadaşın kampanyayı unutması sonucu ortaya çıkmış olup, "insanlık halidir, doğaldır" diyoruz. İyi günler."

İlgili arkadaşmış! Ne kadar da ilgiliymiş maşallah.

Yorum sizin...

ChaotiC

Ps:Bu firma perakende ve Koçtaş, Migros, Bim, Maxi, Office 1, Superstore, Tekzen gibi yapı market zincirlerine de satış yapmakta olan MMS Mobilyadır efendim.
M.F.Ö - Mazeretim Var Asabiyim Ben!!!

Dünlük..

Dündü evet..
Bir otobüste idim. Tek başıma koltuğa keyifle kurulmuş. Sevdiklerimi ardımda bırakmış olmanın biraz hüznü, biraz burukluk, biraz biraz işte:)
Arka koltukta bir aile.
Küçük kızın miğdesi bulanıyor. Çıkarıyor da..
Yoo sakinim, miğdem de bulanmıyor üstelik :)
Ama küçük kız perişan, inliyor resmen. Annesinin sesini duyuyorum, sinirleri gergin hissediyorum. Aslında bağırmıyor, kızmıyor. "bana bir daha gezmeye gidelim anne deme, hiçbir yer yok sana.."
Dönüp bağırasım var, bastırıyorum.
Kendi isteği ile mi yaşıyor ki bunları?
Tam annesinin şefkatini beklerken, kelimelerle cezalandırmak.
Mola yerinde kötü kötü bakıyorum..
Rahatladım mı ?
Yokkk.
Onun için yazdım :)
vv.

5 Ağustos 2008 Salı

Sinir Ötesi

Çok yakın dostumla araba da iki kişiyiz (Dilek-28) ...
birlikte çay bahçesine gidelim dedik.

Trafiğin tıkalı olduğunu gördüm az ilerde,yavaşladım.
Aracın biri köpeğe çarpmış,köpek yol ortasında öylece yatıyor.
Köpeği gelen araçlar çarpmasın diye kenardan geç işareti veriliyor.
''Kendimce her halde bir az dan köpeği çarpan araç sahibi alır,
kucaklar ve bir veteriner'e götürür'' diye düşünüp geçtim.

Çay bahçesine gittik.(köpeği gördüğümüz yerden 25km uzak)
Çaylarımızı içtik,sigaralarımızı telledik(2 saat)

Dönüyoruz ne görelim?
Köpeği yolun kenarına atmışlar,hayvan burnunu dikmiş yatıyor!Hayatta!
Bir bela okudum,ona çarpıp orada öylece bırakana...durdum.
Köpeği kucakladık,arabaya koyduk Dilekle,

Veteriner'e götürdük.(Vet.Şerefsizin teki,çok dayak yemiştir müşterilerinden.)El mahkum!
Hayvanı görünce ilk lafı,'sahipsiz mi bu' oldu.
Daha hayvanın kuyruğundan tutmadan 'kırık varsa masraflı olur'dedi.

-'Be dünyası para adam,gögsünde kalp yerine mok mu taşıyorsun ' demedim tabi,
-'Neyse ücreti öderim,İYİLEŞTİR!' demişim.
Köpek cağızın parabaz veteriner'e ameliyat masasından ettiği ahları gözlerinden okuyorum...
Neyse,
Köpeğin kalçası yarılmış,dikti.
Ön ayaklar kasılmış,kas gevşetici iğne yaptı.
(Allahtan kırık yok taytımıza kadar alacak yoksa!'
Beslenme reçetesi yazdı...
Kucakladık tekrar köpeği arabaya koyduk,barınağa götürücez...

Döndüm;
_'Ne kadar borcum' dedim
_'Normalde 150 ytl ama köpek sizin olmadığı için,insanlık yapmışınız 130 ytl yeter' dedi.
İçimden,
_'Bir iğne vurdun,3 dikiş attın Şerrefsiz' diyorum.
_Çarpar gibi attım parayı.
Aldık köpeği,barınağa götürüp teslim ettik...

Diyeceğim o ki;
Ben milyon dolarlık süs köpeğimi yıkattırıp,tırnaklarını kestirmeye,fön'e götürmüş olsam Amenna!
İnsanlık yapmışım,çaresiz bir can'a el uzatmışım.
Sende insanlık yap be şerefsiz Veteriner?
Bunca Para niye?Bir iğne,üç dikişe?

İşini Adam gibi yapmayan,
insanlığını para kazanma uğruna yitirmiş hayvanlardan Nefret ediyorum.

İşte buna sinir oluyorum...

2 Ağustos 2008 Cumartesi

Sokakta

Sokakta anne ve babalar görüyorum! Çocukları birşey istiyor diye onlara avazı çıktığı kadar bağırıyorlar! Çok sinir oluyorum ozaman işte!

Sokakta yürüken bir bayan, ayağı takılıp yere düşünce içim parçalanıyor! Kadınlar hiç bir şekilde hiç bir zaman zor durumda olmamalı. Onları zor durumda görünce sinir olmuyorum ama yüreğim dayanmıyor :(

Sokakta, günden gelen ya da okuldan çıkan ya da işten gelen ve kaldırımı boydan boya kaplayan ve bize geçmek için yer bırakmayanlara gıcccık oluyorum! Yaa gösteri yürüyüşü mü oluyo ne oluyo?

Sokakta birisine "Şşşştttt" diye seslenenlere gıccık oluyom! İsmi yok mu bu seslenilenlerin?

Sokakta yürürken, kaldırım taşının arasına kaçan suyun, taşın üzerine basmamla üzerime sıçramasına gıccık oluyom! Niden taşlar böle niden hı?

Eğitimli Cahiller !


Şimdi ilk başta değindiğim konuyu biraz açmak isterim.

Sinir oluyorum! Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlara sinir oluyorum !

Neden mi? Çünkü atalarımız demişler ki, aptal dostun olacağına akıllı düşmanın olsun daha iyi. Çünkü akıllı düşmanla başa çıkabilmek için kendinizi geliştirmek durumundasınızdır, size bu düşman parayla satın alınamayacak şeyler öğretir aslında, en büyük öğretmen düşman ve de acılardır. Elbette ders almayı bilenlere.

Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak ne yazık ki toplumsal hastalığımız. Kültür seviyesi medya ile, haber bültenleri ve gazete sayfalarıyla veya ordan burdan topladığı bir iki derme çatma bilgiyle belirlenen insanlar cirit atıyorlar her yerde. Ülkemizde herkes futbol hocası, herkes siyasetçi, herkes doktor, herkes bilimadamı, herkes ekonomist. Gel gör ki bunların çoğu kendi evini ve hayatını bile yönetmekten acizler. Kendi dallarında istisas yapmış uzmanlar arasında şov yapmayı bilemeyen ve yeterince sosyal olamayan insanlarsa aç. Çünkü onların uzmanlıklarını değerlendirebilecek kimse yok ki, herkes kendine benzeyeni ve işine geleni destekler nasılsa...

Ama bu tip insanlar yalnızca kendi gibileri arasında prim yapabilirler. Gerçekten konuyu bilenler arasında yeralmaları imkansızdır, sabun köpüğü gibi bir bilgidir sahip oldukları. Ama gün geçtikçe ülkemizde bu tip insanların sayısı artmakta. Yine bir düşünürün dediği gibi, "Bir ülkede küçük insanların gölgeleri büyük görünüyorsa, o zaman o ülkede güneş batıyor demektir..."

Bu tip insanlar derme çatma, önyargılı, zaman zaman taraflı ve de karmakarışık bilgileriyle (!) o denli mutludurlar ki, karşı bir görüşe tahammül bile edemezler. Bir kitabı baştan sona okumaya da tahammülleri yoktur asla..Ya başlar da bitiremez, ya da sadece tek bir görüşe ait olanı okuyup konuyu net kavrayamaz, yüzeysel ve taraflı bilgi sahibi olur. Peki ya kitaba ne hacet ! İnternet var ya? Internette herkes nasılsa her istediğini umarsızca yazıyor, savuruyor net çöplüğüne... Dezenformasyon da çabası, bilgilerin bile bile taraflıca ters yüz edildiği birçok yer var...

İşte ben hem cahil olup da bilgili gibi caka satan, hem de üstüne üstlük bir de inatçı, egoist ve önyargılı olan insanlara sinir oluyorum ! Onlar bizim en değerli şeyimiz olan zamanımızı ve enerjimizi çalıyorlar !

Elbette bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp. Herkes herşeyi bilmek zorunda da değil. Benim derdim bilmediği halde bilirmiş kisvesinde dolaşanlarla... Yani eğitimli cahiller ordusuyla alıp veremediğim var. İki süslü lafı ortaya atıp kenara çekilenlerle. Sorsan o lafın anlamını bile adamakıllı anlatamaz, ama karşısındaki zaten bilmiyorsa, o zaman rolünü iyi oynayabilir.

Bir de bunların şanslı olanları var. Bunlar için Çiçero demiş ki: " Hiçbir şey şanslı bir aptaldan daha sinir bozucu olamaz ! " :-)

Sevgi ve bilgi dolu günler diliyorum ! :-)
Arzu

GEL DE SİNİR OLMA !!

Ne çok şey var sinir olunacak şu alemde yahu... Şöyle olduğun yerden sessizce çevrene bakıp (3 dakika kafi) , gayet rahat sinir hastası olabilirsin..
Zaten devrin gözde meslekleri psikolog'lukkk ve psikiyatr'lıkkk bence..Evet sevgili analar-babalar; ÖSS'ye giren evlatlarınızı bu mesleklere doğru itin-kakın ki ilerde paraya para demesinler !!!!
Gelelim benim Toplist'imeeeee
*Cahil insanlar beni sinir eder (özellikle okumuş cahiller). Gazetenin spor sayfasından başka bir sayfayı okumayan beyler, gazetenin magazin sayfasından başka bir sayfasını okumayan bayanlar, hepinize sinir olup ve hatta nefret ediyorum..Başka haberleri de bir zahmet okuyun ki bu memlekette neler oluyor, neler bitiyor vakıf olun..Üç kişi bir araya gelince çok şey bilirmiş gibi ukala ukala konuşup mangalda kül bırakmayarak kendinizi komik duruma düşürüyorsun..Komşundan duydugun sözleri, kahvedeyken yan masanın muhabbetini dinleyip te sahip olduğun düşünceleri bırak bir kenara..Oku, öğrende kendi düşünceni oluştur ve ona sahip çık..Bak o zaman bu memleketi kimse tutamaz...
* Karılarını aldatan kocalardan, kocalarını aldatan kadınlardan nefret ötesinde bir duyguyla nefret ederim..Ne aşağılıksınız sizler, midemi bulandırıyorsunuz..
* Yanında karısı, kızı, çoluğu, çömbeleği,manitası olan adamların diğer bayanlara yiyecekmiş gibi bakmaları beni sinir eder...
* Yanından geçerken, toplu taşıma araçlarında tepende dikilirken, sinemada-tiyatroda yanında otururken burnuna efil efil ter kokusu yollayan iğrenç insanlardan nefret ederim... Su-sabun yahuuu..Başka bir şeye gerek yok!!!!
* İnsanlara insan muamelesi yapmayan insanlara sinir olurum..Kapıcısına, bakkalın çırağına, arabasını parkeden valeye bağıran, çağıran, küfür eden sizler! Gidecek yeriniz yok sizin !!
Şimdilik bu kadar..İlerleyen zamanlarda kaldığım yerden devam edeceğim..
Sevgiler...

1 Ağustos 2008 Cuma

Keskin Sirke Kupune Zarar


  • Sokagın ortasında öksüren tıksıran sümküren insanlara sinir oluyorum yokk olmadı sıc bare bide !
  • Göbegi açılcak sekilde badi giyip sonra çekiştiren bayanlara uyuz oluyorum...Çekiştirceksen niye giyersin ki ?
  • Durakta beklerken öpüşen koklaşan sevgililere sinir oluyorum baska yer olsa vallahi sinir olmıcam ama niye durak illa :)
  • Genelde çarşı gibi kalabalık yerlerde önümdeki defenin sigarayı köküne kadar çekip üflemesiyle dumanının tümünün benim yüzüme gelmesine sinir oluyorum.
  • Konusurken tükürük saçan ve yemeği şapurdatarak yiyen insanlara daa sinir oluyorum.Agzına sahip çık kardesim !
  • Denizde şort yerine mayo giyen erkeklere sinir olmanın yanında birde tav oluyorum hatta gecen yaz tangalısını bile gördüm bögghh.
  • Carpık bacaklarıyla mini etek giyen kızlara da sinir oluyorum !
  • Bilmiyorum baska şehirlerde var mı bizim buralarda bu yavsaklardan çok var dana gibi otobüsü azrail gibi üzerime üzerime süren otobüs söförlerine sinir oluyorum.

( bkz: yavsak : "bitin yavrusu kadar küçük,değersiz" anlamında söylenegelen bir sözcüktür )

SinirSeller


Dün bazı işlerimi halletmek için uzunca bir süre çarşıda gezmek durumunda kaldım. Bu arada banka, postane -evet hala mektup yazanlardanım ben-, mağaza, market gibi çeşitli yerlere girip çıktım.


Bütün bu zaman zarfında beklerken, yürürken, otururken, alış-veriş yaparken çeşitli insan tipleriyle ve beni acayip sinir eden durumlarla karşılaştım. Hep BestSeller'lar olacak değil ya işte bunlar da benim SinirSeller'im...


1- Şuurunu yitirmişçesine vücut geliştiren erkekler... Bir de daracık atletlerle sokağa çıkıp kendilerini kasa kasa yürümüyorlar mı bir arabanın altına itesim geliyor.

2- Sokakta yürürken bir yandan da cep telefonuyla bağıra bağıra konuşanlar... Bu kişiler artık ne konuşuyorlarsa o konuşmanın etkisiyle tam yolun ortasında da dikilip kalabilirler.

3- Kumaş pantolonun altına giyilebilecek tarzda klasik ayakkabıyı kapri pantolonla giyenler ve bu da yetmezmiş gibi içindeki alakasız renkteki çorabı da neredeyse dizine kadar çekenler... (Bu örnek son model bir Mercedes'in içinden çıktı.)

4- Kısa boylarına rağmen şu düşük bel, popo kısmı şalvar gibi aşağıya sarkmış kot pantolonları giyen bay ve bayanlar... (Lütfen en kısa zamanda bir boy aynası edinin.)

5- Beyaz gömlek giyip içinden atleti gözüken erkekler...

6- Toplum içinde abartılı hareketler yapanlar, çok ve gereksiz konuşanlar...

7- Israrla şarz diyenler... (Lütfen öğrenin artık şarz değil şarjjj)

8- Şahine egzost takıp Ferrari kullanıyormuşçasına bağırtanlar... (İçinden çıstak çıstak gelen yüksek volümlü müzik de cabası. Hele bir de bunu gece yarıları da yapmıyorlar mı deliriyorum!)

9- Full makyajlı, süslü-püslü, iyi giyimli hatunlardaki ucu çıkmış yarım ojeler... (Hadi madem yenisini süremedin diğerlerine ayırdığın vaktin üçte birini eskilerini çıkartmaya ayırsaydın bari...)

10- Kirli ayaklar ve bakımsız tırnaklarla açık ayakkabı giyen hatunlar diyeceğim gene... =) Ne yapayım çok rastlıyorum ve sinir oluyorum.

11- Ayaklara takmış durumdayım belki ama loafer ayakkabıyı çorapla giyen erkeklere de sinir oluyorum ben. Bir de bu çorap, desenli baba çorabı olmuyor mu ıyyyyyy...... (Lütfen çıplak giyin, inanılmaz seksi duruyor.)

Ve son olarak;

12- Nerede olduğuna aldırmaksızın başkalarını hiçe sayarak yüksek sesle küfür edip, duyulduğunun farkına vardığında ise hiç utanmadan sırıtarak bundan rahatsızlık duymayan erkekler...

diyeyim ben... Aslında daha çok var ama ben en yakın önüme çıkan örnekler olarak bunları hatırlayabildim.

Hayal, Zaman, Para başlıklı konuya gelince; biliyorsunuz benim zaten Tanrı'yı gülümseten hayallerim var; zamanım yok, Tanrı'yı gülümseten hayallerime para ve zaman ayırabildiğimde ise eminim hayallerim gene olacak ama önemli olan o zaman da Tanrı'nın gülümseyip gülümsemeyeceği... Ve bu durum da beni tek başına sinir etmeye yetiyor.

Üçü bir arada (hayal,zaman,para) dileyerek ayrılıyorum izninizle, şimdilik tabii ;)
Sevgiler...

ChaotiC

Hayal,Para,Zaman!

Sevgili Ablalarım, sizce durum nedir? Hangi şık sizi sinirlendiriyor?

a)Hayallerimiz var, paramız yok!
b)Hayallerimiz var, zamanımız yok!
c)Zamanımız var, hayalimiz yok!
d)Zamanımız var, paramız yok!
e)Paramız var, hayalimiz yok!
f)Paramız var, zamanımız yok!
g)Hep yok
ğ)Hep yek
h)Düşeş
i)Hiçbiri