yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Eylül 2008 Perşembe

Bazen birkaç satır yazı, birkaç mısra şiir bana rehberlik eder..Günümü bu sihirli kelimelerle kurtarırım..İşte sevgili Can Yücel'in aşağıda yazmış olduğu nasihatler benim için gerçekten sihirliler..Hepsini yapamasanız bile en azından bir kısmını bile yapmaya çalışırsanız kendi mutluluğunuza şahitlik yapacaksınız emin olun...
Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama
Yarım saat erkene kurulsun saatin
Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin..
Pencereni aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart
Çek kızarmış ekmek kokusunu içine
Bak güzelim kahvaltının keyfine..
Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis,
Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile
Sonra koş git işine, dünden, önceki günden,
Hattâ daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla,
Ohhh şöyle bir hafifle
Bir güzel kahve ısmarla kendine, seni mutlu eden sesi duymak için alo de
Hiç işin olmasa da öğle üzeri dışarı çık
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hattâ üşü hava soğuksa
Yürü, yürürken sağa-sola bak, öylesine değil, görerek bak
Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen okşa, çocuk görürsen yanağından makas al..
Sonra şöyle bir düşün, kimler sana yol açtı, sen çok darda iken kimler seni ferahlattı,
hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı?
Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara
Hatırlarını sor, öyle lâf olsun diye değil, kucaklar gibi sor..
Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak, yüzünde güller açtıracak.
Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun..
Yemeğin ne olursa olsun, masanda illâki kumaş örtü olsun..
Saklama tabakları bardakları misafire
Sizden âlâ misafir mi var bu dünyada
Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil, vazife yapar gibi hiç değil,
Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi, eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının..
Gece evinde, dostların olsun
Sohbet mezen, kahkahan içkin olsun..
Arkadaşım,hayat bu daha ne olsun?
Ama en önce ve illâ ki sağlık!

Can Yücel

Kucak dolusu sevgiler...

12 Ağustos 2008 Salı

BOŞLUK DOLDURMACA

İngilizce dersini pek sevmezdim, yalan yok. Zorunlu olarak okutulduğu için mi (zorla yaptırılan hiçbir şeyden hazzedilmez ne de olsa), sanki türkçesini bir çırpıda çözüvermişim gibi matematikle fen dersinin de İngilizce olarak okutulmasından mı, kendi dilime daha doğru dürüst hakim değilken neredeyse Türkçe dersi kadar, hatta daha bile fazla, İngilizce dersinin olmasından mı bilmiyorum, belki de hepsinden bir parça vardı bu sev(e)memenin içeriğinde. Hele “fiil in the blanks” denen boşluk doldurma olayı vardı ki, hani yazılıların vazgeçilmez ve de en fazla puan getiren bölümlerinden biriydi ve hatta İngilizce seviyen bir süre sonra bu boşlukları ne kadar doğru kelimeyle ve ne hızda doldurduğunla ölçülüyor olurdu, işte kendimi o nokta nokta ile gösterilen boşlukları doldururken hep, tam tersi eksiliyormuş gibi hissederdim. Sahi neden ben, bana ait olmayan, benden çıkmayan, anlamını bile çoğu zaman tam olarak kavrayamadığım bir kelimeler topluluğunda “tamamlayan” olmak zorundaydım ki...

Bugünlerde sık sık o zamanlara geri dönmüş gibi hissediyorum kendimi. İşyerinde, evde, arkadaşlarımın arasında, yaşamaya çalıştığım bu hayatın içinde, yaşamayı düşlediğim diğer hayatın peşinde “fiil in the blanks”lerin o nokta nokta kısımlarına, ama doğru ama yanlış yazılmış kelimeler gibiyim. Kimi zaman gizli bile ol(a)mayan bir özne, bazen zamanı belirsiz bir yüklem ya da bir anda kimi neye bağladığı meçhul bir bağlaç oluveriyorum ve hep birilerini, bir şeyleri, bir yerleri, eksik kalan cümleleri, yarım bırakılan işleri tamamlayıp, hep birinin, bir şeyin, bir yerin, bir cümlenin, bir işin doğrusunu sağlamaya çalışıyorum.

Kendi hayatımı yaşamaktan ziyade, başka hayatların telafisi gibiyim. Sanki hayat denen yap-boz oyununda eksik olan tek parça benim elimdeymiş gibi, sürekli başka yaşamları tamamlamam, açıklarını kapatmam, eksiklerini gidermem, söylenmeyenleri söylemem bekleniyor benden. Kafamdaki her bir düşüncenin, yapacağım her bir hareketin, ağzımdan çıkacak herhangi bir kelimenin bile, sanki benimle hiçbir ilgisi yokmuşcasına, bana ait değilmişcesine, dolduracağı, ekleneceği, tamamlayacağı bir başka yer çoktan hazırmış da o düşünce sadece beynimde doğmayı, o hareket organlarımca tanımlanmayı ve o kelime sadece ağzımdan çıkmayı bekliyor.

Oysa ben daha kendi hayatımı tanıyamadan, zaman o telaşlı elleriyle kendimle arama her gün aşılması biraz daha zorlaşan bir set koyuyor. Ve ben birilerini, bir şeyleri, bir yerleri tamamlamaya çalışırken, gitgide kendimden uzaklaşıyorum. Yavaş yavaş eksildiğimi hissediyorum, kendimden parçalar kaybediyorum her seferinde, içimdeki boşluk gitgide büyüyor. Kendi hayatıma geç kalıyorum göz göre göre ve zaman ellerimden kayıp gidiyor.

Ne yapmam gerek bilmiyorum. Aslında bilmediğim o kadar çok şey var ki. Oysa hatırlıyorum da, tam olarak bilmesem de, sevmesem ve kendimi hep eksilmiş hissetsem de, okul zamanlarında “fiil in the blanks”lerden hep geçer not alırdım. Geçen onca zamana rağmen elimde kalanlarla tekrar niyetlensem, kendi hayatıma sahip çıkmayı denesem tekrar, içimde ne var ne yok şöyle bir silkelensem...

Hayat da bir okul derler ya hani, sevmesem bile İngilizceyi, kırık notlarıma inat, sahi benim içimdeki boşlukları da doldurur mu şimdi...

7 Ağustos 2008 Perşembe

Haykırdım içimden sessizce

İnsanın bazen içindekileri yazamaması ve söyleyememsi gibi, dayanılmaz durumlar var! Söylemek istediklerin ve söylenecek o kadar söz var ama buna müsade yok ya da imkan!

Paylaşılması gereken ve zamana yenik düşen kelimeler, duygular ve ifadeler! İnsan istiyor ki; Al içimdekiler bunlar ve hepsi sana! demek istiyor! İstiyor,istiyor,istiyor ama yapamıyor!

Cehennemin zebanileri, her sokağın başını tutmuş, kelimelerin geçebileceği bir yer kalmamış! Zincirlerle bağlı her harf yanlızlığa! Bir güvercine versek sözlerimizi ve göndermek istesek, uçarken vurur bir vicdansız! Güneşe göndersek erir, geceye göndersek kaybolur! Susuz bıraksak kurur! Sözler vardır bazen işte, yazamassın söyleyemessin, anlatamassın! Elinden birşey gelmez! Çaresizce bakarsın ve mecburen susarsın! Susuzluğun söylemektir ve anlatmaktır ama yapamassın! Aslında yapmak istediklerin yani söylemek istediklerindir. Söylemek sadece bir kefil olsun diye söylemek! Yoksa tüm amaç gerçekleştirmektir sözleri! Zaten sadece söz ise hiç söylenmemeli! Yürek dayanmaz o zaman, sözde değil özde olmalı kelimeler! Ama buna birde izin vermeli anlar! Anlar çaresizliğe çivilediğinde düşünceleri, elinden gelmiyenlerle, elinden geldiğince yetinmeye çalışırsın! Zor anlardır ve bununla yaşamalısın!

İnsan bir kaya da çiçek bahçesi yaratmak ister, işte çaresizlikte buna benzer! Aslında imkan verseler ve müsade etseler, güneşi yeniden doğurur insan, önce avuçlarından ve sonra parmaklarından. Büyütür güneşi ve ışığıyla ısıtır istediklerini! Kalabalıklarda yanlız dolaşmak gibidir söyleyememek! Susmak gibidir haykırmak istediğinde! İdam sehpasında asılırken bile, bakmak gözlerine ve şunları söylemek istersin;

"Sana büyüttüm herşeyi çok yanlızdım ve susmak zorunda bırakıldım! Ama inan bana Haykırdım içimden sessizce!"