29 Eylül 2008 Pazartesi

MUTLU BAYRAMLAR

BU BAYRAM HİÇ ÜŞENME İNSANLARI ZİYARET ETMEKTEN! SENEDE 1 KEZ DE OLSA 3 GÜNÜNÜ ONLARA AYIR! KİMSESİZ ÇOCUKLAR, YAŞLILARA ve SANA İHTİYACI OLANLARA...UNUTMA HER GÜNÜN SADECE ÖMRÜNDEN ELİNDE KALANLARIN İLK GÜNÜ ve YAPACAKLARINI, KALAN GÜNLERİNLE İDARE ETMEK ZORUNDASIN...

İYİ BAYRAMLAR ABLALARIM...

RAMAZAN BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN...

bayramson

Hepinizin Ramazan Bayramını kutluyor; sağlıklı, sıhhatli nice bayramlar diliyorum..
Bayram sevinciniz yüreğinizden hiç eksilmesin...

28 Eylül 2008 Pazar

Bayram Şekeri

Malum önümüz bayram. Sokaklar, mağazalar, dükkanlar, marketler tıklım tıklım kalabalık. Önce her işini son güne bırakan, yumurta kapıya dayanınca harekete geçen ve bu kalabalığı oluşturan insanlara kızıyorum; sonra o kalabalıktan biri olduğum için de kendime...

Girdiğim dükkanlarda satış elemanlarının veya dükkan sahiplerinin tam benimle ilgilenirken ve henüz işim bitmemişken beni orta yerde bırakıp başka insanların işlerine koşmalarına da sinir oluyorum. Bayram nedeniyle yaşadıkları yoğunluktan dolayı çok sıkıştıklarını ve herkese yetemediklerini çok iyi anlıyorum fakat madem durum böyle ve her bayram bu olay tekrarlanıyor; bu işi bir sıraya koyun. Önce gelen ve isteğini belirtenin bir öncelik hakkı olsun. Dün sırf bu yüzden iki dükkanı terk etmek durumunda kaldım ve arkamdan neredeyse sokağın köşesine kadar gelen dükkan sahibinin özür dilemesine, beğendiğim ürünleri daha sakin olan ikinci şubelerine getirtme önerilerine rağmen de geri dönmedim!

Sonra yine girdiğim bu dükkanlarda seçimlerime karışan, beni seçtiğim şeylerden vazgeçirmeye çalışan ya da ısrarla başka bir ürünü satmaya çalışan dükkan sahipleri veya satış elemanlarına da sinir oluyorum. Kardeşimin hediye olarak yapıp getirdiği 1500'lük puzzle tablomu çerçeveletmek için girdiğim dükkanın sahibi, benim beğendiğim ahşap koyu kahverengi çerçeveyi beğenmeyip, ısrarla önüme altın varaklı klasik çerçeve modelleri çıkarıp durdu. O tarz modellerin tabloyu kullanacağım odadaki eşya ve mobilyalarıma uymadığını ve defalarca seçtiğim çerçeveyi istediğimi belirttikten sonra hoşnutsuz bir yüz ifadesiyle kabul etti ve yapmaya koyuldu. Bir de tablom çerçevelenip tamamen bittiğinde ise, bana dönüp işaret parmağını da suratıma doğru sallayarak, "seni gidi seniii, anlıyorsun sen bu işlerden, çok yakıştı, çoook!" demesi yok muydu?

Bir de eşim için seçtiğim çizgili bir gömleğin üzerine ısrarla bana çok renkli ve desenli bir süveter satmak isteyen kızlar vardı kiii... "Hayır!" diyorum, "şayet gömlek düz ve tek renk olsaydı seve seve önerdiğiniz bu süveterlerden alırdım, fakat gömlek zaten çizgili ve üzerine desenli bir süveter gitmez. Ben düz ve tek renk bir süveter istiyorum!" Onlarsa hala bana, "ama neresini beğenmediniz anlamadık ki, bu modellerden çok sattık, herkes çok beğenerek aldı." diyorlardı. "İmdaaat!" diye bir çığlık attım içimden ve, " düz ve tek renk olan süveterlerinizi görebilir miyim?" diye sordum. Kız, "ama bizde o şekilde süveter yok ki, sadece bunlar var." diye cevap verdi. "Haaa şimdi anlaşıldı!" diyerek gömleği de bırakarak çıktım.

Bilemiyorum belki de bir takıntı bu benimki... İki düz şeyi yanyana getirip kullanıyorum da, iki desenli şeyi asla yanyana yakıştıramıyorum ve kullanamıyorum. Gömlek düzse şayet kravat desenli olmalı, süveter desenliyse gömlek düz... Ya da koltuklar çiçekli veya çizgiliyse halı düz olmalı gibi... Aksi takdirde gözümü ve beynimi yoruyor bu tarz görüntüler...

Günün son sinir bozucu olayı ise bir kuruyemişçide yaşandı. Kokusuna dayanamayarak almak istediğim türk kahvesi için girdiğim kuruyemişçide, "100 gr. kahve alabilir miyim?" dediğimde adamın bana öyle bir bakışı vardı ki, görmeliydiniz. Sanki kendisinden 100 gr. kıyma istemişim. Siz hiç, "yarım kilo kahve!'" diyen birine rastladınız mı? Ben rastlamadım. Kahvecileri saymazsak, Türk kahvesi bayatlamasın diye az az alınır, taze taze tüketilir ve bittikçe yerine yenisi alınır. Üstelik 100 gr. da bir kese kağıdını neredeyse tamamen dolduruyor. Bu maddi olanaklarla değil; tamamen keyifle alakalı birşey. Üstelik olsa bile, bir insanın belki de bayramdan bayrama evine soktuğu, sokacağı kahveye bu kadar para ayırabilmesi ayıp mı?

Aslında bu yorgunluklar; ev temizliğinde, mutfakta, alışverişte yaşanan bu telaşlar heyecanla karışık bir mutluluk içeren tatlı yorgunluklar. Bir de bu mutluluğun üzerine gölge düşüren böyle insanlar olmasa...

Herkese sağlık içinde geçireceği, huzurlu ve mutlu bir bayram diliyorum. Bir çocuk sevinci içinde kutlayacağımız, "eski bayramlar" tadında bir bayram olsun! Şeker Bayramlarının en şekeri olsun!

Sevgilerimle...

ChaotiC

23 Eylül 2008 Salı

BEN "İNSAN"IM...

Ben "insan"ım. Yaşımın, işimin, yaşadığım coğrafyanın, kimlik rengimin hiçbir önemi yok. Hatta adımın bile... Ben sadece bir "insan"ım. Aklımın alabildiği, beş duyu organımın hissedebildiği ve yüreğimin olabildiği kadar insan...

Kem gözlerin ve kem sözlerin hüküm sürdüğü bu akılalmaz zamanlarda, söz söyleme cesaretini gösterip, söyleyebilecek söz bulamayan veya sözü olamayanların çirkince susturduğu nice sayısız isimden biriyim bende... Hem Hırant Dink'im hem de bir o kadar Uğur Mumcu...

Hem sokaktaki yaşam savaşında, hayata kendince tutunmaya çalışan tinerci çocuğum ben, hem de dünyanın herhangi bir yerinde açlık sınırına, sınırlar ötesi dayanma gücüyle karşı koymaya çalışan binlercesinden biri... Hem bir köşede, oyuncak diye eline tutuşturulan kurşunlarla akıllara zarar oyunların en ağırını ödemekteyim küçücük bedenimle, hem de başka bir toprak parçasının üzerinde annemin reva görüldüğü en ağır işkenceleri kaydetmekteyim güzel gözlerimle silinmemecesine belleğime...

Utanılacak hiçbir şey yapmadığı halde adı tam olarak yazılmayan F.T'yim ben, namus kisvesi altında töreye peşkeş çekilmiş, ve A.Ö'yüm; aynı zihniyetin insani tanımlaması olmayan davranışlarına maruz kalarak daha 16 yaşında anne belletilmiş...

Herkesim ben... kadın, erkek, çocuk, siyah, beyaz, ermeni, türk, yahudi, müslüman farketmez. Herkesi ve herşeyi görebildiğim, duyabildiğim, hissedebildiğim kadar herkes... Her türlü insanlık dışı söze, davranışa, harekete şiddetle karşı çıkabildiğim, tepki verebildiğim avazım çıktığı kadar karşı koyabildiğim kadar insan...

Adım Özlem ve öncelikle "insan"ım ben. Cinsiyetim, yaşım, rengim, dilim, ırkım hepsi sonra gelir...İnsanca olan, insana yakışan her sözü, davranışı, hareketi başımın üzerinde taşır, iyi ve güzel bellerim. Önünde saygıyla eğilirim...

Beni böyle kabul eden, duyan, gören, dinleyen, hisseden beri gelsin...

15 Eylül 2008 Pazartesi

GİRİT' te KIŞI YAŞAMAK

Sabah henüz olmamıştı! Sobada geceden kalma biraz sıcaklık hala duruyor. Pencereye yaklaştım dışarısı aydınlıktı ama sabah hala olmamıştı! Karın beyazlığı ve o muhteşem soğukluk hissi tüm bedenimi sarmıştı! Burnum akıyordu hafiften. Cama yaklaştım iyice, biraz araladım ve bahçedeki kar kokusunu ciğerlerime çektim! Sanırım yaşamak buydu! Hissediyordum her bir kar tanesini ve yaşamak için bir nedenim olduğunu!

Bu gün çok heyecanlıydım aslında! Sabah olmadan önce kilisenin hemen üzerindeki tepede buluşacağız onunla! Kimselere görünmeden gidip görüşmemiz lazım! Hemen üzrimi giymeye başladım! Çoraplarımı giyerken, ayaklarımın buz gibi olduğunu ellerim deyince hisediyorum! Yün çorap seçtim bu gün. Kar soğu da bir başka oluyor! Tüm şehiri örttü işte ve bir benim sevdam dışarda kaldı bu soğukta! Hemen giyinip kapıya doğru yöneldim! Kimseyi uyandırmamak için büyük bir titizlikle araladım kapıyı ve kendimi beyazların içine salıverdim!

Aslında çok soğuk dışarısı! Yalnız heyecandan olsa gerek ya da çok hızlı yürümekten terledim bile! Yazın da bir başka olur buraları aslında! İnsan sevdalanacaksa burada sevdalanmalı! Yürüken karla sohbet ediyordum sanki; her kart kurt sesinde bana birşeyler anlatıyor gibi, tarihten, bugünden, yarından...Kiliseye yaklaştım. Geceye tek delil ayak izlerim oldu! Tepeye doğru çıkıyorum, çıkarken bakıyorum ki ayak izleri var! Demek ki gelmiş! Ah bak nasılda heyecanlandım iyiden iyiye! Buluşacağımız yerden çok güzel gözüküyor şehir! Sanki tek sıra olmuş gibi ayaklarımızın altında bembeyaz bir deniz!

Yukarıya çıktığımda ayak izlerinin klisenin papazına ait olduğunu gördüm! Çok şaşırdım ve korktumda! Papaz bey beni karşıladı;

-Hayırdır bu saatte?

-Uykum kaçtı, şehri izlemek istedim!

-Biliyor musun? Ben hemen hemen her gün bakıyorum bu şehre buradan! Bu gün erken çıkıp bakmak istedim!

-(Bu gün he? dedim içimden) Bu günün bir özelliği var mı?

-Aslında var! Çok sevdiğim komşum dimitri istanbula taşındı bu gece! Ani bir karardı ve ailece gittiler!

-Ne?Nasıl? Neden?

Diyerek saçmalamaya başladım! Olamazdı! Daha dün akşam üzeri ayarlamıştık bu buluşmayı! Demek gittiler he? Şimdi ne yapacağım? Allahım! Sus pus olup kalmıştım öylece!

Papaz efndi biliyordu sevdamızı! Ben olduğum yere çöktüm, ellerim başımda beyazlar altındaki şehre bakıyordum ıslak gözlerle! Papaz efendi omzuma elini koydu;

-Evlat! Sen de falza kalma! Haydi iyi sabahlar! Dedi ve gitti...

Yalnız bir şehir ve yalnız bir ben! Girit sevdanı yaşamakta zor ayrılığını yaşamakta...

14 Eylül 2008 Pazar

Çikin Kurba

Saat 01:00, bir kaç adam var iskelede,
Herkes birisini bekliyor ve her birisi bir köşede,
Bir de bir kurba var, hemen iskele babasının üzerinde.
Sisli bir gece, hafif soğuk var ve biraz ürpertetircesine!
Yanaşıyor işte gemi, hareketlendi birden iskele,
Bir kurbağa kaldı geride ama onunda gözleri gemide,
Kurba dedimse, çikin bişey yani, nerden girdiyse bu şiire?
İniyor yolcular bir bir, ellerinde bavul dolusu hayalleriye,
Ve her hayal kavuşuyor bir bir bekleyenine.
Kalabalık yürüyorken "cork" diye bir ses!
Yoo! Çikin kurba değil o, kenarda kalmış çürük bir domates!
İskele boşalıyor işte,
Bir çikin kurba bir de küçük bir kız kaldı geride.
Yürüdü kız yavaş yavaş, döndü baktı gemiye,
Sonra çikin kurbaya yöneldi niyeyse?
Çükün kurbanın gözleri büyüdü, başladı titremeye,
Küçük kız, hızlandı ve yanaştı iyice,
Uzattı elini çikin kurbaya, yanaştırdı çikini göğsüne,
Baktılar biraz uzunca,
Küçük kız kurbanın, çikin kurba kızın gözlerine,
Uzattı dudaklarını küçük kız,
Öptü çikin kurbayı, onu çok özlemişcesine!
Birden ışıl ışıl oldu tüm iskele, şaşırdı şair bu işe!
Bir baktı ki; Çikin olmuş bir prens!
Küçük kız olmuş prenses! Vay be!
Yalan değil tüm bunlar,
Bakıyorum inanmıyorsun, söyle niye?
İnanmassan atla bir gemiye, gel bu iskeleye,
Çikin kurbayı, küçük kızı bulamassın ama,
Dilden dile dolaşan hikayeleri yayıldı her yere...

12 Eylül 2008 Cuma

Tuzlu ve Islak

Ağlarken, gözlerinden yaş yerine dökülen bendim sanki! Her bir damlası ve tuzu, adımdı sanki, sessicce haykırdığın! Tuzlu ve ıslak! Nefes alırken, tam göğsünün ortasında şişip inen bendim sanki! Her nefes alışında içine dolan ben, her nefes verişinde senden ayrılan ben! Bir nefeslik ömürdüm belki! Bir nefeste tüm damarlarına dağılan, kalbine giden kandım! Gözyaşındım, tuzlu ve ıslak!

Ben sana hep kendi açımdan baktım oysa, bencillliğin daniskasıyım işte! Kendi dünyam, kendi hayallerim, kendi arzularım! Kendi içimde bir sen! Oysa önemli olan, sende bir ben yaratabilmekti! Senin tüm dokularında, beş duyu organında, duymayan organlarında! Kendimde bir sen zaten varken, sende bir ben yaratmalıydım aslında! Bencil! Ben ve cil, iki hece ve ikiside ben!

Aslında ağlayan ben olmalıydım, gözünden akan değil, gözümden akan olmalıydın! Tuzlu ve ıslak! Ağlamak rahatlamaktır, oysa ben ağlarken hiç rahat değildim! Çünkü sen rahat değildin! Ölüm sessizliğiyken gecelerin, çoşkun ağlamalarla kutladım yalnızlığımı, bencillik işte! Aslında ben hep kendime ağladım! Sana olmalıydı tüm ağlamalarım! Tuzlu ve ıslak!

Öylesine..eklemek geldi içimden :)

İzin verme..

Isıtan bir güneş bekliyor seni dışarıda, tüm gölgelerin ardında.
Ve çiçeklenmiş ağaçlar, kokularını sana sunuyorlar.
renklerini sana.
Umutlarına sarınarsan,
Kaybolup gidecek korkuların.

İzin verme..

Kimsenin,
H i ç kimsenin,
Kendini kötü hissettirmesine,
Kötüye sevketmesine,
İzin verme.
vv.Haziran 2008

11 Eylül 2008 Perşembe

Bazen birkaç satır yazı, birkaç mısra şiir bana rehberlik eder..Günümü bu sihirli kelimelerle kurtarırım..İşte sevgili Can Yücel'in aşağıda yazmış olduğu nasihatler benim için gerçekten sihirliler..Hepsini yapamasanız bile en azından bir kısmını bile yapmaya çalışırsanız kendi mutluluğunuza şahitlik yapacaksınız emin olun...
Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama
Yarım saat erkene kurulsun saatin
Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin..
Pencereni aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart
Çek kızarmış ekmek kokusunu içine
Bak güzelim kahvaltının keyfine..
Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis,
Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile
Sonra koş git işine, dünden, önceki günden,
Hattâ daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla,
Ohhh şöyle bir hafifle
Bir güzel kahve ısmarla kendine, seni mutlu eden sesi duymak için alo de
Hiç işin olmasa da öğle üzeri dışarı çık
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hattâ üşü hava soğuksa
Yürü, yürürken sağa-sola bak, öylesine değil, görerek bak
Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen okşa, çocuk görürsen yanağından makas al..
Sonra şöyle bir düşün, kimler sana yol açtı, sen çok darda iken kimler seni ferahlattı,
hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı?
Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara
Hatırlarını sor, öyle lâf olsun diye değil, kucaklar gibi sor..
Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak, yüzünde güller açtıracak.
Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun..
Yemeğin ne olursa olsun, masanda illâki kumaş örtü olsun..
Saklama tabakları bardakları misafire
Sizden âlâ misafir mi var bu dünyada
Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil, vazife yapar gibi hiç değil,
Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi, eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının..
Gece evinde, dostların olsun
Sohbet mezen, kahkahan içkin olsun..
Arkadaşım,hayat bu daha ne olsun?
Ama en önce ve illâ ki sağlık!

Can Yücel

Kucak dolusu sevgiler...

9 Eylül 2008 Salı

Allah Rahmet Eylesin!

Yokuşu pek gözümü korkutmamıştı, ne de çamurlu yolu. Yürüyordum ağırda olsa, cebimde umutlar, dilimde inceden bir türkü! Gülüyordum yalnızlığa, içimden gelerek ve çoşkuyla! Ne olacak ki? Nasılsa az sonra varacaktım. Ayakkabılarım çamurdan kalkmaz oldular ama içimde sana kavuşmanın heyecanı vardı pek aldırmadım! Biraz serindi hava! Burnum kızarmıştır kesin, birazda akmıştır! Kazağıma silip bir gülüş daha patlattım bu hayata! Geliyorum işte ağırdan da olsa!

Hayal kuruyorum yürürken! Elimde bir büyük kese kağıdı var.İçinde bir şişe şarap, biraz meyve ve belki romantizime ortak olur diye iki de ucuz yolu mum. Aslında içim yanıyor alev alev, mumlar bari kıskanmasa! Çokta sesiz bir yol bu, bazen bakıyorum şöyle dağın yamaçlarına doğru. Kim bilir orada da ne yangınlar var, maviye hasret yürekler! Vay be diyorum! İnsan yaşamalı her anı doyasıya! Zamanın zerresini titizlikle harcamalı! Geliyorum işte ağırdan da olsa!

Yaklaştım artık iyice, çok garip oluyor içim! Birden nedense boğazımda düğümler olmaya başladı! Heyecandan biliyorum! Daha bakmadan gözlerine, gözlerine bakmanın hayali işte! Duymadan daha kokunu, kokunu duymanın hayali! Sarılmadan sana sıkıca, sıkıca sarılmanın hayali! Derin bir nefes alıyorum, biraz öksürüyorum ama hasta değilim, sesimi ayarlıyorum sana seslenirken hata yapmasın diye! Üstümü başımı düzelttim, kazağıma sürdüğüm burnumun izlerini saklamaya çalışıyorum! Neyse heyecandan iyice karıştırdım izleri! Kapının önündeyken evin hemen sağındaki boş sandalyeye bakıyorum göz ucuyla, gülümsüyorum kendi kendime! Ya varya seni çok seviyorum! Geldim işte ağırdan da olsa!

Kapının önündeyim, geldim işte içeri girmeliyim! Çalıyorum kapıyı ve heyecanım kat kat arttı! Şimdi ağlayacağım nerdeyse! Ama kapıya vurur vurmaz, kapı ince bir gıcırtıyla açıldı! Korku filmi mi? Yok değil! Herhalde açık unuttun sanıyorum! Biraz korku biraz da heyecanla tam açıyorum kapıyı azına kadar! İçeride pencere açık, perde rüzgardan sallanıyor hafifçe, senin orada olduğunun tek delili kokun! Yoksun! Dizlerim çözülüyor, ellerimdeki herşey yere düştü, ben dahil! Çok derin bir sessizlik var! Rüzgarın sesi, kapının ince gıcırtısı ve kokun!

Bir küçük kağıt parçası düşüyor masadan rüzgarın etkisiyle. Gzölerimi silip, suratımı düzeltip kalkıyorum! Hemen pencere önündeki divana oturuyorum! Bir elim azımı kaparken diğer elim bacaklarımla karınımın arasında! Sıkıyorum kendimi haykırarak ağlamamak için! Derin bir nefes daha alıyorum! Ne yazdın acaba? Okuyorum...Ağırdan da olsa gelmiştim oysa!

Hayat bir umut, bin umut, milyonlarca umut! Gözyaşları bir hece, bir kelime, milyonlarca cümle! Yalnızlık tek! Gece ve yıldızlar bir resim, bir masal, bir hikaye! İnanmak, sadece sana ve olanlara! Ölmek, parça parça olmak, milyonlara bölünmek! Her birisini alev alev yakmak sonra ve yaşamı avuçlarında toplayıp savurmak gökyüzüne! Hepimiz öleceğiz! Her yaşamın bir sonu var elbet! Ölüyorum ağırdan da olsa! Gömüyorum her bir umudun cesedini ve her bir masalın kefenini dikiyorum! Sana olan her duygumu koyuyorum bir bir tabutlara! Son yolculuk bu, hakkımı helal ediyorum tüm anılarıma, iyi bilirdim hepsini! Allah Rahmet eylesin!

ÜZGÜN ABLA :((

Ben artık sinirli değil üzgün bir ablayım sanırım. Alaaddin olmadan buraya yazmak hiç içimden gelmiyor artık :((

2 Eylül 2008 Salı

MÜZİK YA DA GÜRÜLTÜ KİRLİLİĞİ...

Teknolojiyle pek fazla haşır neşir değilimdir. Kendisinden tabiki hoşlanırım ama aramızda tutku dolu vazgeçilmez bir bağ yok ve asla da olmadı. Gündelik yaşama dair -olmazsa olmaz- araç ve gereçlerin benim elime, keyfime, zevkime uygun olmaları ve işimi görmeleri hep yeterli olmuştur benim için. Üst modellere ve daha da ötesi kavramlara dair ilgim ve bilgim olmamıştır ne yazık ki. Hatta böylesi muhabbetlerde kendimi üvey evlet hissedecek kadar uzak kalmışımdır günümüz teknolojisine...

Evimin ve işyerimin ayrı yakalarda olmasından dolayı haftanın 6 günü ve her günün yaklaşık 4-5 saatini toplu taşıma araçlarında geçiren biri olarak teknolojinin toplu taşıma araçlarına yansıma biçim ve oranıyla ilgili ister istemez bilgi sahibi olmaktayım. Sanırım son dönemlerde bu anlamdaki en kayda değer değişme, -otobüste kitap okuma- trendinin yerini -ipod veya cep telefonuyla müzik dinleme-nin almış olması. Hala benim gibi ısrarla kitap okuyanlar olsa da, bu sayı günden güne azalmakta ve neredeyse bir elin beş parmağını geçmemekte ne yazık ki. Bu konuda yorum yapmak ne kadar doğru olur bilmiyorum aslında. Sonuç olarak bu bir tercih meselesi ve kimseye kitap okumak yerine neden müzik dinliyorsun deme hakkına sahip değilim. Hem her an her yerde müzik dinleyebilme özelliği ile her an her yerde kitap okuyabilme özelliği de tamamen farklı şeylerdir. Kitap biraz da yapısı gereği daha sessiz, rahat, uzun ve kesintisiz zaman dilimlerini tercih eder okunmak ve hazmedilmek için...Ve tabi ki herkesin benim gibi kitap okurken kendini kaybedip, dış dünyayla bağlarını koparma özelliğine sahip olmasını bekleyemem. Sırf bu yüzden kaçırdığım durakların, söylendiğim şoförlerin, yediğim azarların haddi hesabı da yoktur. Eee diyecek birşey yok tabi ki, ne de olsa bu da benim tercihim...:))

Ipod ve benzerleri, kullanım hatası sonucu sağır yapmak, dikkat dağıtmak vb yan etkilere sahip olsa da, bitmek bilmeyen yol ve trafik sıkıntısını bir nebze azaltan bir araç aslında. Bir adı -eziyet- olan İstanbul trafiğine kısmen neşe ve eğlence katan bir faktör, bir nevi zamandan tasarruf...Bu nedenden ötürü de, hem kullanıcı sayısı gün ve gün artmakta hem de kullanan profili büyük bir çeşitlilik göstermekte. En son geçen hafta 70 yaşlarında ak saçlı, nur yüzlü bir dedenin kulağında ipod vardı mesela :))

Fakat hemen hemen her konuda olduğu gibi bunda da yazık ki sınırlarımızı zorlamaktayız. Her gün ev-iş arası mekik dokurken, kendi ipod'um olmadığı halde, olanlar sayesinde Serdar Ortaç'tan Metallica'ya kadar binbir çeşitte şarkıcı ve grup dinlemekten gerçekten sıkıldım ve yoruldum. Kulaklık bireysel bir aksesuardır ve kişi kendi şahsına yönelik kullanır. Ama son dönemlerde, kendi şahsi kulaklıklarını bir radyo istayonu gibi kullanıp yayın yapan ve çevresindeki herkesi bu yayını dinleme mecburiyetinde bırakan kişi sayısında müthiş bir artış var ne yazık ki. Hele ki toplu taşıma araçlarında metrekareye düşen insan sayısını göz önüne aldığımızda kulak başına düşen -fm- sayısı da oldukça fazla olmakta...

Dediğim gibi herkesin tercihi kendinedir. Müzik dinlemek isteyen, istediği yerde ve şekilde müziğini dinler. Kimin hangi tarz müziği dinleyip hangi sanatçıyı sevdiğine karışamam. Serdar Ortaç dinleyene de, Metallica'yı sevene de bana uymasa bile, laf edemem. Saygı duyarım. Duymam gerekir. Ama müzik dinlemek ve gürültü kirliliği yapmak farklı şeylerdir. Müzik dinlemek yerine gürültü kirliliği yapmaya, ve bu kirliliğe beni maruz bırakmaya da kimsenin hakkı yoktur. İşte bu konuda da ben saygı beklerim.

Lütfen sınırlarımızı bilirken ve çizerken biraz daha dikkat edelim. Hem de her konuda...

1 Eylül 2008 Pazartesi

Solan Çiçekler

Solan çiçekleri topladım, açanların aksine! Her solan senin yüzündü bana, açan tüm çiçeklere düşman oldum! Sen solarken onlar nasıl açarlar? Soldun, baktım yüzüne ağladım! Sustum, tuttum ellerinden, bıraktın! Kalktım gidiyorum dedim, bakmadın! Solan çiçeklerin hepsini topladım ve bağrıma bastım. Bastım ve ağladım.

Yağmurlarla yıkanmış bir gönül seninkisi, kendi efkarında boğulmuş gitmiş bir yalnız kayık misali! Kürekleri kırılmış, boyası dökülmüş, dümeni zaten yok! Kıyıdan baktım sana, çaresizliğine kulaç attım, yüzdüm sana, delice yüzdüm. Ağlayarak yalvardım! Elini Uzat! Elini Uzat! Döndün arkanı, sustun! Bıraktım kendimi mavilere, senin yalnızlığında boğuldum!

Çaresizliğin ilk sırasındayım, gözlerine bakmanın son! Sıra bana gelse bile kaparsın sen gözlerini, ben gözlerimden akan boncuklardan kolye yaparım! Sen susarsın, ben susarım. Sen dalarsın uzaklara, ben ağlarım. Siyah düşleri, maviye çevirmek isterim ellerinden tutup, tutmassın, ağlarım! Solan çiçekleri topladım, açanların aksine! Her solan senin yüzündü bana, açan tüm çiçeklere düşman oldum!