29 Ekim 2008 Çarşamba

Ben Vazgeçtim, Beni Sevmeyin!

The Death Of A Queen by Manuel Balea

Hiçbir şeyden yorulmadım bu hayatta birilerini memnun etmeye çalışmaktan yorulduğum kadar... Düşünüyorum da, insanlara olduklarından fazla değer verirken aslında o "fazla" kadar kendimi değersiz kılıyorum.

Sabahları, özellikle herkesin kendi karakterini yansıtan bir şekilde ardında bıraktığı dağınık yatakları, sağa-sola atılmış pijamaları toplarken peydah oluyor bu düşünce; "acaba bu gün kimi mutlu etsem, kimi beklenmedik bir sürprizle şaşırtsam, ne yapsam, kimi, kimleri çağırsam, ne pişirsem, ne içirsem, nereye götürsem, ne alsam,...?"

Mesela, içinde kokusuyla birlikte dumanı tüten, bol köpüklü türk kahvelerinin olduğu bir tepsiyle, yorgunluktan bitkin düştüğünü bildiğim ve aynı apartmanda oturduğum bir arkadaşımın kapısını çalmak, bir an için nefes almasını, mola vermesini sağlamak; öğleden sonra yaptığım kurabiyelerin pişerken çıkardığı hindistan cevizi kokularının arasında, okuldan dönen çocuklarımı sevdikleri arkadaşlarıyla birlikte mutfak masasının etrafında toplayıp onlara muzlu milk-shake hazırlamak; özellikle bayramlarda çocuklara ikram etmek için aldığım şeker, çikolatanın yanında ufak-tefek fakat kalplerini fethedecek hediyeler düşünmek, aramak, bulmak, paketlemek; birisi hasta olduğunda üstüne titremek, uygun bir ilacı arayıp bulmak, sektirmeden saatinde almasını sağlamak, takip etmek; uykusuzsa, yorgunsa uzanıp dinlenebileceği, uyuyabileceği bir ortam yaratmak; birbirini sevmeyen, birbirinden hoşlanmayan ve çok gerekmedikçe birbiriyle konuşmak istemeyen fakat çeşitli sebeplerden ötürü benim ortamımda bir araya gelmiş iki insanı ayrı ayrı memnun etmeye, aradaki dengeyi kurmaya çalışmak, birisinin yanında farkında olmadan bir on dakika fazla vakit geçirsem diğerinin kaprislerini çekmek; "canımsın" dedikçe, canım çıkana kadar suistimal edilmek, "sensin" dedikçe, seni görmezden gelecek davranışlara katlanmak zorunda kalmak; kendi evimde de, gittiğim yatılı misafirliklerde de sürekli eğlenen, oynayan, seyreden, isteyen, oturan, yatan tarafta değil; çalışan, didinen, pişiren, hazırlayan, kaçıran, dikilen tarafta olmak zira filmin en heyecanlı yerinde kahveleri yapmak ya da acıkan birilerine birşeyler hazırlamak, karnını doyuran herkesin fütursuzca sofradan kalkıp bir yerde konuşlanması sonucu sofrayı ve dağılan mutfağı toplamak durumunda kalmak ve gariptir ki birilerinin beni hatırlayarak gelip yardım teklif etmesini beklerken içerde patlayan kahkaha seslerine sinir olmak, hele ki bu sabah saatlerinde oluyorsa ve mutfaktan dağılmış bir halde çıktıktan sonra, "bari biz de yatakları düzeltelim" diye düşünülmemiş, üstüne üstlük sağa-sola atılmış yastıklarla daha da dağıtılmış yatak görüntüleriyle karşılaşmak; tüm bunların üzerine bir yere gidilecekse kusursuz ve eksiksiz hazırlanmış o kadar insanın içinde daha saçımı bile taramaya vakit bulamamış bir halde dişlerimi fırçalarken, "aaa sen daha dişlerini mi fırçalıyorsun, niye hazırlanmadın bunca zaman, hadi çabuk ol, çabuk!" gibi kurulan cümlelere hayretler içinde kalmak; dönüşte herkes yorgun, ayaklarını uzatmış, dil beş karış dışarda televizyon karşısında dinlenirken hatta uyuklarken ben popomu bir dakika olsun bir yere koymadan bu sefer de kendimi akşam yemeği için mutfağa atmak; yatılı gittiğim bazı yerlerde eşimle bir on dakika görüşebilmek için üç-beş saat ev sahibinin rica-minnet bilgisayar başından kalkmasını beklemek fakat aynı kişinin benim evimde bilgisayarımın en ücra köşelerine kadar girdiğine, kendi malı gibi açıp kapattığına şahit olmak, ses çıkarmamak, kalabalıkta kaybolmak, unutulmak, kullanılmak, sürekli veren taraf olmak, sürekli ağırlayan taraf olmak, sürekli çağıran taraf olmak,......................................................................................................................

TAN YORULDUM!!!

Bu şekilde anılmaktan ve sevilmekten de yoruldum! Arkamdan, "Merhumu nasıl bilirdiniz?" sorusuna benim için verilecek tek bir cevap var:
"Çok verici bir insandı, içinde öyle bir insan sevgisi vardı ki, kendisi insanlıktan çıkmıştı!"

ChaotiC

23 Ekim 2008 Perşembe

Aldırdım..Sinirlerimi :)






Sinirlerimi aldırdım..
Yıl kaçtı, bilmiyorum.
Sanırım, bir yaz sabahıydı…
Güne uyandığımda, yine aynı yerdeydim.
Belki ben, ben değildim, bilmiyorum.
Bunu anlamak için, bir süre konuşmam gerekti kendimle..içten içe
Konuştuk..
Sonra anlaştık, kendi aramızda..

İkiye bölünelim dedik..
Biri yaşasın bu dünyayı, diğeri umursamasın hiçbir şeyi..
içinde neyse, bildiği de o olsun, inandığı da..

Sevgi böyle bir şekil aldı içimde bu konuşmadan sonra..
Böyle umarsız..böyle akışına..

Hiç kimse değişmez bu fani dünyada..Değişmek isteyenler bile..
Kural bu..ne doğduysan, onu yaşarsın..

Hüzünlü..
Sinirli..
Alıngan..
Ürkek..
Cesur..

Farklı olmak istersin “O sevsin” diye
Olamazsın..

“O farklı olsun” istersin daha çok seveyim diye
Bulamazsın...

Kızsan da değişmez hiçbir şey..
En fazla “alışırsın”…

Bu alışkanlık seni boğduğunda da ,

“Sinirlerini aldırırsın”

Ne mi bu şimdi?
Ne mi anlattım?

Çok mu önemli ?

Sevgiyle... :)
Mel

Yaşamak,ölüler arasında!

Ne çok tanıdık vardı oysa! Her biri hatıra şimdi,her biri sessiz birer hayal! Gülüş kimisi, kimisi bir demli çay sohbeti! Ayaktayız, yaşıyoruz ölüler arasında! Geriye bakıp, duygulanmamak elde değil! Kimisi, rakı masasında bir maç sohbeti!

Büyüyor muyuz? Ömür mü ilerliyor? Yoksa, eksilerek küçülüyor muyuz? Buraları eskiden yeşildi! Buraları hala yeşil bile kalsa, kalmadı söylenecek kişi! Tek tek gittiler, hepsi toprak oldu! Artık, hatıralarımızın üzerinde gezer olduk! Çiğnediğimiz toprak değil! Gülüş kimisi, kimisi bir demli çay sohbeti! Ayaktayız, yaşıyoruz ölüler arasında! Geriye bakıp, duygulanmamak elde değil! Kimisi, rakı masasında bir maç sohbeti!

Doktordu kimisi,hiç para almadan bakardı! Taksiciydi diğeri, iki adım da olsa, yayan gezdirmedi bizi! Enişteydi öbürü, çocukken en sevdiğin çukulatayı getiren! Arkadaşın dayısının kızıydı, genç yaşta kansere yenik düşen!...

Buraları eskiden yeşildi! Buraları hala yeşil bile kalsa, kalmadı söylenecek kişi! Tek tek gittiler, hepsi toprak oldu! Artık, hatıralarımızın üzerinde gezer olduk!
Çiğnediğimiz toprak değil! Gülüş kimisi, kimisi bir demli çay sohbeti!
Ayaktayız, yaşıyoruz ölüler arasında!...

18 Ekim 2008 Cumartesi

GİTME VAKTİ

Susuyorsun. Bu seferki ne bir meziyet ne de erdem. Dile dökülmesi gereken o kadar çok kelime var ki şimdi, şu anda. Aklındaki ve yüreğindeki iyiye, güzele dair tüm sözcükler hırpalanmış ama olsun. Yaralarımızı sarabilir, eskilerinin yerini tutmasa da yeni kelimeler bulabiliriz belki. Hem her bitiş yeni bir başlangıç değil midir zaten? En azından denememiz lazım, biliyorsun.

Susuyorsun. Yakışmıyor oysa sana. Sessizlik çok fazla, gereksiz büyüyor etrafında. Huzursuz, tedirgin bir şey sinsice içinde kök salıyor, göremesen de iliklerine kadar hissediyorsun. İsimsiz bir savaş meydanındasın sanki şu anda, cephelerin farklı, süngülerin düşük. Her şey olup bitmiş bir anda, dağılmış, her cepheden bozguna uğramışsın, etrafın kırık dökük. Ne yengi var ortada ne de yenilgi. Savaş ganimetleri saçılmış ortalığa, paylaşılmayı bekliyor. Savaşları sevmezsin sen oysa, için kaldırmaz böyle şeyleri. Ama ucundan bir yerlerden tutunabilmek için hayata biraz da mücadele etmek gerek, görüyorsun. Hem senin savaşın bir başkasıyla değil aslında, kendi kendinle, anlamıyor musun? Tek bir sözünle sona erecek tüm bu yangın, bu düğüm çözülebilmek için senden gelecek tek bir sese muhtaç. Özgürlüğüne adım atman, yaşama yeniden sarılman sadece senin kuracağın cümlelere bakıyor. Birazcık umut et, birazcık cesaret göster sadece. Bir savaş tutsağı olmak inan sana hiç yakışmıyor.

Susuyorsun. Oysa görüyorsun sen de, uçurumun kenarında dolaşıyorsun yalın ayak. Aradaki boşluk o kadar sığ ki aslında, düşsen bile boğulmayacaksın, neden korkuyorsun? Bunun bir ilgisi yok zorlama ya da dayatmayla. Elini uzatanlara inat, duvarlar örüyorsun herkesle arana sessizlik tuğlalarınla. Gitgide ulaşılmaz, uzlaşılmaz oluyorsun. Duvarın kırık dökük çerçevelerle dolu oysa. Parçalanmışlıklar üzerine kurulu bir yaşanmışlık, kabullenilmiş bir kararsızlık sonrası ve çoktan can vermiş çocuk yanının üzerinde oynadığın ölümcül oyunlarla kendi resmini çiziyorsun. Her zamanki kaçışlarına sığınmayı seçiyorsun yine. Gözlerine bakmadığın bedenlerle sevişip, bedenlerini bilmediğin gözlere en doğru yalanlarını sunarak belki de binlerce çerçeveyi kırıp parçalıyorsun. Azalıyorsun günden güne. Tek bir iplik parçasıyla bağlı olduğun yaşam avuçlarından kayıp gidiyor. Uzanıp ta tutmuyorsun. Bir konuşsan oysa, bak nasıl kurulacak yaşamla arandaki köprü yine. İplerine çözülmez, kopmaz düğümler atılacak. Yıkılacak tüm duvarlar, kilitli kapılar açılacak sonuna dek. Çerçeveler değişecek, tozu alınacak tüm resimlerin, ve zamanın en güzel anlarına asılacak. Söz veriyorum sana, her şey daha güzel olacak, yoksa artık sözüme güvenmiyor musun?

Hadi silkelen artık, canlan kalk yerinden diyorum sana. Ölüm sessizliği yaşatma artık bana. Son ver tüm bu karmaşaya, yağıp sel ol ki bana sona ersin bu yangın. Tek başıma bırakma beni buralarda, ben sensiz yapamam, biliyorsun. Hadi artık alacaklarını al ve geride bırak tüm kalanları. Odaların, evlerin, sokakların hayatın üzerine çek vur kapıyı. Yeni odalar, evler, sokaklar, yeni bir hayat bekliyor bizi. Açılacak yeni kapılar var daha, vakit dar, gitmemiz lazım.

3 Ekim 2008 Cuma

Yolun açık olsun

Hey sen! Acının rengine boyama kendini. Hemen bir deniz kıyısına git şimdi,cebinde ne kadar kelime varsa dünden kalan ve ne kadar hatıra kaldıysa yalan dolan, savur sonsuz maviliklere! Kapat gözlerini sonra, bırak damarlarında sadece hayat aksın, hisset yaşadığını, ölmek için çok erken...

Beyninin duvarlarında asılı tüm fotoğraflar! Hepsi özenle çerçevelenip, nazikçe çivilendiler! Sen her gün boş bir odaya girip, beyninin duvarlarında yaşadın sevdanı! Şiirlerin havaya yazıldı, şarkıların rüzgara söylendi! O odada o hiç olmadı! O olsaydı eğer, neden üşüyorsun?

Yalan söylemene gerek yok, sen de biliyorsun! Şizofren bir akıl seninkisi, kendin yarattın, kendin aşık oldun, kendin sevdin, kendin özledin, kendin ağladın, kendin sustun, kendin çoştun, kendin yutkundun, kendinde kaybldun...Bunlar doğru değilse, neden tek başınasın?

Hayat bir gül gibidir dostum! Herkes gül'ün kokusunu ve yumuşaklığını ister! Ama kolay mı bir gül'e sahip olmak ve gülmek? Dİkenleri aşmadan, elleri yaralanmadan, kan akmadan kolay mı? Hayatın tüm acıları bir rende gibi yüreğini öğütecek ve sen her acıda, dahada büyüyerek gireceksin yaşam kavgasına. Hepimiz yalnızız dostum hem de hepimiz! Eğer öyle değilse, düşündüklerini neden duyamıyorum?

Ne zaman çaresiz hissetsek kendimizi, kaçmak kurtulmak isteriz. Herşeyden ve herkesten uzaklara gitmek, yok olmak! Bilmiyorsun dostum, kendimizden kaçamayız, beynimizden kaçamayız! Eğer kaçabiliyorsak neden ağlıyoruz?

Bir güneşten, aydan ve yaşamdaki her varlıktan örnek alacaksın! Bakacaksın; Güneş hep yalnız ve kimsesiz ama hayattaki görevini hiç bir gün bırakmıyor! HEr sabah ufuktan bize merhaba diyor! Kendisi yanıyor dostum! Senden farkı yok inan bana yanıyor! Alev alev kim bilir ne acılar çekiyor! Ama ona ihtiyacı olanları bu hayatı yalnız bırakmıyor! Yaşadıklarımızı içimize, yaşama hırsımızı dışımıza vurp, sıkılmış bir yumruk gibi girmeliyiz bu hayatın tam ortasına! Eğer "Bana kim ihtiyaç duysun?" diye soruyorsan, ben neden bunları yazıyorum?

Zaman en değerli parça hayatımızda! Hiç bir anı geri döndürme şansımız yok ve inan bana sevgili dostum hiç bir anı harcamaya haddimiz yok! Zaman harcanmaz dostum zaman değerlendirilir! Anın zerresini bile titizlikle harcamalısın! Şimdi git ve kendini toparla! Herkezin biraz zamana ihtiyacı var! Ama bu zamanı harcama, değerlendir!

Herşey kendi elinde dostum! Senin içinde herşey...Senin içindi herşey...Seni çok sevdiğimiz için...Yalnız değilsin...Yolun açık olsun...